49. Hucurat Suresi
Rahmân ve Rahîm (olan) Allah’ın adıyla…
1. Ey iman edenler! Allah’ın ve Resûlünün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.
Ayette belirtilen, önüne geçmeme hususu, söylenen söz, yapılan iş ve çıkarılan hükümlerde, Hz. Peygamber’e aykırı davranmama, edebi koruma ve O’na uyma şeklinde yorumlanmıştır.
2. Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.
Resulullah’ın huzurunda yüksek sesle konuşmak yasaklanmıştır. Bundan maksat Hz. Peygamber’in huzurunda münasebetsizce bağırıp çağırmayı ve sesi yükseltmeyi önlemektedir. Sahabeden Sabit b. Kays’ın durumu ayetin anlamına açıklık getirmektedir. Şöyle ki: Bu zat, ayet inince, yüksek sesli olduğundan, Hz. Peygamber’in huzurunda konuşursa amelinin boşa gideceği endişesi ile huzur-ı risalete gitmemeye başlamıştı. Hz. Peygamber onu çağırtarak teselli etmiş, ona hayır haberi ve cennet müjdesi vermiştir.
3. Allah’ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah’ın kalplerini takvâ ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.
4. (Resûlüm!) Sana odaların arka tarafından bağıranların çoğu aklı ermez kimselerdir.
Rivayet edildiğine göre, Uyeyne b. Hısn ile Akra’b. Habis, Temim oğullarından yetmiş kişilik bir heyetle öğle vakti Allah’ın elçisine gelmişlerdi. Resulullah, odasında uyuyordu. “Ya Muhammed! Dışarı çık, yanımıza gel!” diye bağırmışlardı. Ayet bu tür davranışın uygunsuzluğuna dikkat çekmektedir.
5. Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
6. Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.
Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber, Velid b. Ukbe’yi Beni Müstalik kabilesine zekat memuru olarak göndermişti: Velid, bunlarla arasında önceden var olan bir husumetten dolayı, korkuya kapılmış, yoldan dönmüş, üstelik Hz. Peygamber’e gelerek onların irtidat edip, zekat vermediklerini duyurmuştu. Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara öfkelenmiş, savaşmayı bile tasarlamış, aynı zamanda Halid b. Velid’i de durumu incelemek üzere göndermişti. Halid, incelemeleri sonunda Beni Mustalik’in ezan okuyup, namaz kıldıklarını ve zekatlarını da teslim ettiklerini Hz. Peygamber’e bildirmişti. Ayetin nüzul sebebinin bu olay olduğu değişik rivayetlerde yer almıştır.
7. Hem bilin ki, içinizde Allah’ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize sindirmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.
8. Bu, Allah’tan bir lütuf ve nimettir. Allah alîmdir, hakîmdir.
9. Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, âdil davrananları sever.
10. Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.
11. Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.
Erkeklerin ve kadınların birbirleriyle ayal etmeleri, birbirlerini ayıplamamaları ve kötü lakap takmamaları istenmekte, bunları yapmanın yoldan çıkma anlamına gelen fasıklık olduğu hatırlatılmaktadır.
12. Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.
Zandan kaçınmamız, kusur araştırıp ayıpları deşmememiz ve gıybet etmememiz istenmiştir. Çekiştirilen kimsede, anlatılan kusur bulunsa bile, bunun anlatılmasının caiz olmadığı Hz. Peygamber tarafından açıklanmıştır.
13. Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.
Hz. Adem ve Havva’dan çoğalan insanlar, yeryüzünde çeşitli renk ve dilde küçüklü büyüklü topluluklar oluşturmuşlardır. Küçükten büyüğe, kabileden milletlere varıncaya kadar farklılık gösteren bu oluşumun temel sebebinin kitlelerin birbirini tanıyıp, anlaşmak ve kaynaşmak olduğu anlaşılmaktadır. Yani soy-sopla övünmek yerine, birleşip bütünleşmek öngörülmüştür.
14. Bedevîler “İnandık” dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama “Boyun eğdik” deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
Esed oğullarından bir topluluk, bir kıtlık senesinde Medine’ye gelerek iman ettiklerini söylemişler ve Hz. Peygamber’e “Sana yüklerimiz ve ailelerimizle geldik. Seninle falan kabile gibi savaşmadık” demişler, sadaka istemişlerdi. Ayet onların bu durumunu tahlil ederek, onların kalpten tasdik etmediklerini, sadece dilden teslimiyetlerini belirttiklerini ifade etmektedir.
15. Müminler ancak Allah’a ve Resûlüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır.
16. De ki: Siz dininizi Allah’a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
17. Onlar İslâm’a girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar. De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz bilesiniz ki, sizi imana erdirdiği için asıl Allah size lütufta bulunmuştur.
18. Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gizliliklerini bilir. Allah yaptıklarınızı görendir.
BU SUREYLE İLGİLİ ÖNEMLİ BİLGİLER
Adı: Adını, 4. âyetteki “odalar” anlamına gelen “hucurât” kelimesinden alır. Bu sûrede müminlere bazı görgü kuralları, Peygamber’e ve birbirlerine karşı nasıl davranacakları öğretilmektedir. Medine’de inmiştir. 18 âyettir.
Nüzul Zamanı: Surenin, muhtelif zamanlarda nazil olan fakat konu beraberliği ve benzerliği bakımından biraraya toplanmış olan ilahi emir ve hükümleri içine aldığı, hem rivayetlerden, hem de surenin konularından anlaşılmaktadır. Bununla birlikte surenin içindeki emir ve hükümlerin Medine döneminin son zamanlarında nazil olduğu de belli olmaktadır. Mesela 4. ayetle ilgili olarak bütün müfessirler; “Temim kabilesinden gelen heyetin adamlarının, Peygamberimizin mübarek hanımlarının bulunduğu odaların arkasından Peygamberimizi yüksek sesle çağırmaları üzerine nazil olmuştur”, demektedirler. Bütün siyer ve İslam tarihi kitapları da bu heyetin gelişini H.9. sene olarak haber vermektedirler. Ve yine surenin 6. ayetinde; Peygamberimiz tarafından zekatlarını toplamak üzere Mustalik oğullarına gönderilen Velid b. Ukbe hakkında indiği birçok hadis rivayetlerinden anlaşılmaktadır. Velid b. Ukbe’nin de Mekke’nin fethi olayında müslüman olduğu kesin olarak bilinmektedir.
Konu: Surenin konusu; müslümanlara iman sahiplerinin şanına ve adına layık olan edep ve terbiyenin öğretilmesidir. İlk beş ayette; müslümanların Allah ve Peygamberi hakkında gözönünde bulundurmaları gereken edep ve saygı anlatılmaktadır.
Daha sonra her haberin araştırılması, gerçek olup olmadığının soruşturulması, bu yapılmadan harekete geçilmesinin uygun olmayacağı ihtar edilmekte, bir kişi, millet veya kabile hakkında bir haber alınmış ise haber kaynağının sağlam olup delilleriyle incelenmesi gerektiğinin, haber kaynağı olan kişi güvenilir değilse, harekete geçmeden önce haberin kendisinin doğru olup olmadığının iyice incelenmesi gerektiği tavsiye edilmektedir.
Daha sonra, müslümanlardan iki grubun savaşması halinde diğer müslümanların bu konuda tutumlarının nasıl olması gerektiği açıklanmaktadır. Arkasından sosyal hayatı berbat eden ve müslümanlar arasındaki ilişkileri bozup zedeleyen kötülüklerden müslümanların sakınması gerektiğini ısrarla ve te’kitle vurgulayan emirler buyurulmaktadır.
Bir kişiyle alay etmenin, birbirini kötülemenin, birbirine kötü lakablar takmanın, kötü zanlarda bulunmanın, başkalarının durumunu ve hayatlarının gizli yönlerini araştırıp soruşturmanın, insanları arkasından çekiştirmenin -ki bunlar bizatihi günah olan ve toplum düzenini bozan şeylerdir- haram olduğunu teker teker sayarak belirtmektedir.
Bunun ardından; bütün insanlığı felakete sürükleyen, dünya çapında huzursuzluğa sebep olan ırk ve soy imtiyazlarına darbe indirmekte; millet, kabile ve ailelerin şan ve şöhretleriyle öğünmeleri, başkalarını kendilerinden aşağıda görmeleri, kendi üstünlüklerini devam ettirebilmek için diğerlerini çiğnemeleri, dünyayı zulüm ve haksızlıkla dolduran ana sebepler olarak zikrediliyor.
Allah Teala küçücük bir ayette bütün insanların bir tek asıldan yaratıldığını, millet ve kabilelere ayrılmalarının övünmeleri için değil tanınmaları için olduğunu bildirerek ırkçılık pisliğinin kökünü kazımıştır. İnsanın insana ahlak değerleri (takva) dışında bir üstünlüğünün olamayacağını, aksi bir iddianın sağlam bir temeli olmayacağını insan mantığına yerleştirmiştir.
Ve nihayet insanlığa, önemli olanın iman davasının dilde olmayıp, kalblerinde Allah ve Rasûlü’ne sağlam bir iman taşıyarak, ameli olarak Allah’ın emirlerini uygulamaya devam etmek, ihlas ve samimiyetle Allah yolunda canla, malla mücadele etmek olduğu bildirilmekte ve hakiki mü’minlerin bu yolu seçenler olduğu anlatılmaktadır.
Kalble tasdik etmeyip sadece dilleriyle müslüman olduklarını iddia eden, bundan sonra sanki müslüman olmakla başkalarına iyilik yapıp, minnet altında bırakmış gibi davranan insanlara gelince; bu insanlar dünya hayatında müslüman sayılabilir ve toplum düzeni içinde kendilerine müslamanca davranılabilir. Fakat Allah katında onlar asla müslüman değillerdir. (Tefhimü’l-Kur’an, Mevdudi)