3. Al-i İmran Suresi

Rahmân ve Rahîm (olan) Allah’ın adıyla…

1. Elif. Lâm. Mîm.
Sure başlarındaki bu nevi harfler hakkında bilgi için bak. Bakara 2/1.
2. Hayy (ezeli ve ebedi hayat sahibi) ve Kayyum (yaratan ve onları yöneteci) olan Allah’tan başka ilah yoktur!
3. (Resûlüm!) O, sana Kitab’ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak indirdi, Tevrat ile İncil’i ve Furkan’ı indirmişti.
4. Daha önce de, insanlara doğru yolu göstermek üzere Furkan’ı indirmiştir. Bilinmeli ki, Allah’ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah, suçlunun hakkından gelen mutlak güç sahibidir.

“Furkan”, hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ve iyiyi kötüden ayırdeden hükümler demek olup Kur’an-ı Kerim’in isimlerindendir.

5. Şüphesiz ki ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.
6. Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O’dur. O’ndan başka ilâh yoktur. O mutlak güç ve hikmet sahibidir.
7. Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.

Bazıları “ve’r-rasihune” kelimesinin başındaki “vav” harfini bağlaç kabul etmişlerdir ki, bu taktirde mana şöyle olmaktadır:”Halbuki onun tevilini ancak Allah ve ilimde yüksek payeye erişenler bilir.” Bu anlayışa göre Kur’an’daki müteşabih ayetlerin manaları, zaman içinde ilmin gelişmesi ile çözülecektir.

Muhkem ve müteşabih, birer terim olup, “muhkem ayet”, manası açık seçik anlaşılan ve tereddüde yol açmayan ayet demektir. “Müteşabih” ise, muhkemin zıddıdır ve manası tam olarak anlaşılması mümkün görülmeyen ayeti ifade eder.

8. (Onlar şöyle yakarırlar:) Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Lütfu en bol olan sensin.
9. Rabbimiz! Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan sensin. Allah asla sözünden dönmez.
10. Bilinmelidir ki inkâr edenlerin ne malları ne de evlâtları Allah huzurunda kendilerine bir fayda sağlayacaktır. İşte onlar cehennnemin yakıtıdır.
11. (Onların yolu) Firavun hanedanının ve onlardan öncekilerin tuttuğu yola benzer. Onlar bizim âyetlerimizi yalanladılar, Allah da kendilerini günahları yüzünden yakalayıverdi. Allah’ın cezası çok şiddetlidir.
12. (Resûlüm!) İnkâr edenlere de ki: Yakında mağlup olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası kalınacak ne kötü bir yerdir!

Bu ayet, müşriklerin veya bir başka rivayete göre yahudilerin, yakında müslümanlar karşısında yenik düşeceklerini Hz.Peygamber’e müjdelemektedir. Nitekim Kur’an’ın bu mucize haberi gerçekleşmiş ve gerek müşrikler, gerekse yahudiler karşısında zafer müslümanların olmuştur.

13. (Bedir’de) karşı karşıya gelen şu iki gurubun halinde sizin için büyük bir ibret vardır. Biri Allah yolunda çarpışan bir gurup, diğeri ise bunları apaçık kendilerinin iki misli gören kâfir bir gurup. Allah dilediğini yardımı ile destekler. Elbette bunda basiret sahipleri için büyük bir ibret vardır.
14. Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.
15. (Resûlüm!) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takvâ sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan, ebediyyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah’ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür.

14. Ayette sayılan dünya nimetleri ve dünya güzelliğinin, insana sevdirildiği ifade edilmiştir. Bu davranış tabiidir, dünyevidir. Esasen insanoğlu nefsini ve neslini devam ettirebilmek için bu nimetlerden belli ölçüde istifade etmek zorundadır. Ancak insan bunlara kul köle olmamalıdır. 15. Ayette bunlardan daha güzeli gösterilmiştir, çünkü öncekiler ne kadar güzel olursa olsun geçicidir, ikinciler ise devamlıdır.

16. (Bu nimetler) “Ey Rabbimiz! İman ettik; bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!” diyen;
17. Sabreden, dürüst olan, huzurda boyun büken, hayra harcayan ve seher vaktinde Allah’tan bağış dileyenler (içindir).
18. Allah, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah’tan başka ilâh yoktur.
19. Allah nezdinde hak din İslâm’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok çabuktur.

“Din” kelimesi, itaat ve ceza, millet ve şeriat manalarına gelir. Kur’an-ı Kerim’de din kelimesi değişik manalarda kullanılmıştır. Yukarıdaki ayette ise, kullar tarafından uyulması istenen ilahi kanunun kastedildiği anlaşılmaktadır. “İslam”dan, tek Allah inancına dayanan ve Hz.Muhammed (s.a) in risaleti ile kemal noktasına ulaştırılmış bulunan ilahi düsturların bütünü kastedilmektedir.

20. Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: “Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah’a teslim ettim.” Ehl-i kitaba ve ümmîlere de: “Siz de Allah’a teslim oldunuz mu?” de. Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını çok iyi görmektedir.

“Ümmi”, lügatte okuma-yazması olmayan manasına gelmekte ise de tefsirler, bu ayette, kendilerine kitap verilmemiş olan Arap müşriklerinin kastedildiğini belirtmişlerdir.

21. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberlerin canlarına kıyanlar ve adaleti emreden insanları öldürenler (yok mu), onlara acı bir azabı haber ver!
22. İşte bunlar dünyada da ahirette de çabaları boşa giden kimselerdir. Onların hiçbir yardımcısı da yoktur.

İman etmeyen ve dinin yayılmasına, adaletin uygulanmasına engel olmaya çalışanların, ahirette hüsrana uğramaları tabiidir. Dünyadaki hüsranları ise bütün gayretlerine rağmen hak dinin yayılmasına, adaletin tecellisine mani olamamalarında kendini göstermektedir. Kafirler istese de, istemese de Allah hak dini diğerlerine hakim kılacaktır. Amelin dünyada boşa gitmesinin bir manası da ömür sermayesini boşa harcamak, ahiret için bir şey kazanamadan ölüp gitmektir.

Tefsirlerde, aşağıda meali verilen ayetin nüzulüne sebep teşkil eden muhtelif olaylar anlatılmıştır ki, bu olaylardan biri şöyledir: İkisi de yahudi olan bir kadınla bir erkek zina ederler. Tevrat’ta zinanın cezası “recim” olmakla beraber yahudiler, asaletleri sebebiyle bu kişileri recmetmek istemezler; daha hafif bir ceza vereceği ümidiyle Resulullah’a gelirler. O da aynı ceza ile hükmedince bu hükme itiraz ederler.  Bunun üzerine Hz.Peygamber Tevrat’ın ilgili ayetini okutarak ona göre hüküm verir ve suçluların yine recmedilmesini emreder. Umduklarını bulamayan yahudiler buna öfkelenirler

23. (Resûlüm!) Kendilerine Kitap’tan bir pay verilenleri (yahudileri) görmez misin ki, aralarında hükmetmesi için Allah’ın Kitab’ına çağırılıyorlar da, sonra içlerinden bir gurup cayarak geri dönüyor.
24. Onların bu tutumları: Bize ateş, sadece sayılı günlerde dokunacaktır, demelerinin bir sonucudur. Onların vaktiyle uydurdukları şeyler de dinleri hakkında kendilerini yanıltmıştır.
25. Fakat, onları gelmesinde şüphe edilmeyen bir gün için topladığımız ve hiçbir haksızlığa uğramaksızın herkese kazandığı şeyler tastamam ödendiği zaman halleri nice olur?
26. (Resûlüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.
27. Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de sayısız rızık verirsin.

Bu ayette, gece ve gündüzün uzayıp kısalmasının, Allah’ın kudretine bir nişane olduğu anlatılmaktadır.

28. Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah’adır.

Ayette yasaklanan dostluk, kafirlere karşı gönülden bağlanma ve müminleri bırakıp onlara ilgi ve sevgi gösterme manasındaki dostluktur. Buna karşılık bir müslüman devletin başka müslümanların aleyhine olmamak şartıyla kafirlerle barış imzalaması ve başka bir gayri müslim devlete karşı işbirliği yapması caizdir.

29. De ki: İçinizdekileri gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah her şeye kadirdir.

Müfessir Beyzavi, bu ayeti tefsir ederken şöyle diyor:”Eğer kalplerinizde kafirlere karşı bir sevgi ve dostluk meyli varsa, onu saklasanızda açığa vursanız da Allah bilir. Zira göklerde ve yerde oluşan her şeyi bilen Allah, elbette sizin gizlinizi de, aşikarınızı da bilir. Ayrıca O, kafirlere dost olmanızı yasaklamasına rağmen, yine de siz bundan vazgeçmezseniz, sizi cezalandırmaya da kadirdir… Kısaca, O’nun muttali olmadığı ve cezalandırmaya gücünün yetmediği hiçbir kötülük ve isyan bulunmadığına göre emrine asi olmak cür’etini göstermeyin.”

30. Herkesin, iyilik olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulduğu günde (insan) isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullarına çok şefkatlidir.
31. (Resûlüm! ) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
32. De ki: Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.
33. Allah Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesi ile İmrân ailesini seçip âlemlere üstün kıldı.

İbrahim ve İmran ailesinden maksat, müfessirlerin çoğunluğuna göre, onlardan sonra gelen peygamberlerdir.

34. Bunlar birbirinden gelme bir nesillerdir. Allah işiten ve bilendir.
35. İmrân’ın karısı şöyle demişti: “Rabbim! Karnımdakini azatlı bir kul olarak sırf sana adadım. Adağımı kabul buyur. Şüphesiz (niyazımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen sensin.”
36. Onu doğurunca, Allah, ne doğurduğunu bilip dururken: Rabbim! Ben onu kız doğurdum. Oysa erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu senin korumanı diliyorum, dedi.
37. Rabbi Meryem’e hüsnü kabul gösterdi; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyya yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve “Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?” der; o da: Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir, derdi.

Zekeriyya aleyhisselan, Hz.Meryem’in teyzesi’nin kocası idi. Ayette ifade edildiği gibi Hz.Meryem’in Beyt-i Makdis’te bakımını Zekeriyya üzerine almıştı. Meryem’e özel bir oda tahsis etti ki ona ayette “mihrap” denilmiştir. Mihrap, harp ve cihad vasıtası demektir. Bir nevi çile odası anlamını taşır. Ayette geçen “mihrap”ın, camilerde imamın namaz kıldırdığı yer olan mihrap ile alakası yoktur. Hz.Zekeriyya, Meryem’in yanına her girişinde çeşit çeşit taze meyveler görürdü. Bunlar o mevsimde o bölgede yetişmeyen meyvelerdi.

38. Orada Zekeriyya, Rabbine dua etti: Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin, dedi.
39. Zekeriyya mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler: Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime’yi tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahya’yı müjdeler.

Tefsircilerin beyanına göre bu ayette “Kelime” sözü ile kasdedilen kişi Hz.İsa’dır. Nitekim bu surenin 45, ayetinde bunun açıkça ifade edildiğini görmekteyiz.

40. Zekeriyya: Rabbim! dedi, bana ihtiyarlık gelip çattığına, üstelik karım da kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir? Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir; Allah dilediğini yapar.
41. Zekeriyya: Rabbim! (Oğlum olacağına dair) bana bir alâmet göster, dedi. Allah buyurdu ki: Senin için alâmet, insanlara, üç gün, işaretten başka söz söylememendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et.
42. Hani melekler demişlerdi: Ey Meryem! Allah seni seçti; seni tertemiz yarattı ve seni bütün dünya kadınlarına tercih etti.
43. Ey Meryem! Rabbine ibadet et; secdeye kapan, (O’nun huzurunda) eğilenlerle beraber sen de eğil.
44. (Resûlüm!) Bunlar, bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem’i himayesine alacak diye kur’a çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar (bu yüzden) çekişirken de yanlarında değildin.

Tefsircilerin beyanına göre İsrailoğulları, Tevrat’ı yazmakta kullandıkları kalemlerini nehre atmak suretiyle kur’a çekmişlerdi ki, böylece hangisinin kalemi su yüzüne çıkarsa Meryem’i o himayesine alacaktı. Bu kur’ayı oklarla çektikleri de rivayet edilmektedir.

45. Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir Kelime’yi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa’dır. Mesîh’tir; dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah’ın kendisine yakın kıldıklarındandır.

Mesih, İbrani’ce bir kelime olup aslı “meşih”tir. Hz.İsa’nın bir lakabıdır ve “mübarek” anlamına gelmektedir.

46. sâlihlerden olarak beşikte iken ve yetişkinlik halinde insanlara (peygamber sözleri ile) konuşacak.

Nitekim Meryem suresinin 27-33. Ayetlerinde ifade bulunulduğu gibi, Hz.Meryem, Hz.İsa’yı dünyaya getirince, onun iffetinden şüphelenen kavmine karşı, daha yeni doğmuş olan Hz.İsa, Allah’ın kudretiyle konuşmaya başlamış ve kendisinin Allah’ın kulu ve peygamberi olduğunu, kendisine Kitap verildiğini, Allah tarafından mübarek kılındığını… anlatmıştır.

47. Meryem: Rabbim! dedi, bana bir erkek eli değmediği halde nasıl çocuğum olur? Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona sadece “Ol!” der; o da oluverir.
48. (Melekler, Meryem’e hitaben İsa hakkında sözlerine devam ettiler:) Allah ona yazmayı, hikmeti, Tevrat’ı, İncil’i öğretecek.
49. İsrailoğullarına bir elçi olacak (ve onlara şöyle diyecek:) Size Rabbinizden bir mucize getirdim: Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah’ın izni ile o kuş oluverir. Yine Allah’ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ayrıca evlerinizde ne yeyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanan kimseler iseniz, bunda sizin için bir ibret vardır.
50. Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir mucize getirdim. O halde Allah’tan korkun, bana da itaat edin.

Nisa suresinin 160., En’am suresinin 146. Ve Nahl suresinin 118. Ayetlerinde ifade edildiği üzere yahudilere, zulüm ve isyanları yüzünden bazı şeyler üzerinde yasaklar konmuştu ki, yukarıdaki ayet, Hz.İsa’nın şeriatının, bu yasakları kaldırmak suretiyle, Musa (a.s.)nın tebliğ ettiği bir takım hükümleri neshettiği ortaya koymaktadır.

51. Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O’na kulluk edin. İşte bu doğru yoldur.
52. İsa, onlardaki inkârcılığı sezince: Allah yolunda bana yardımcı olacaklar kimlerdir? dedi. Havârîler: Biz, Allah yolunun yardımcılarıyız; Allah’a inandık, şahit ol ki bizler müslümanlarız, cevabını verdiler.

Havari kelimesi Arapça’ya Habeşçe’den geçmiş olup aslı ”havarya”dır ve “yardımcı” anlamına gelmektedir. Nitekim meali verilen ayette İsa’ya ve onun dinine yardımcı olmayı taahhüt edenlere bu adın verildiğini görmekteyiz.

53. (Havârîler:) Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve Peygamber’e uyduk. Şimdi bizi (birliğini ve peygamberlerini tasdik eden) şahitlerden yaz, dediler.
54. (Yahudiler) tuzak kurdular; Allah da onların tuzaklarını bozdu. Allah, tuzak kuranların hayırlısıdır.
55. Allah buyurmuştu ki: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.
56. İnkâr edenler var ya, onları dünya ve ahirette şiddetli bir azaba çarptıracağım; onların hiç yardımcıları da olmayacak.
57. İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, Allah onların mükâfatlarını eksiksiz verecektir. Allah zalimleri sevmez.
58. (Resûlüm!) Bu söylenenleri biz sana âyetlerden ve hikmet dolu Kur’an’dan okuyoruz.
59. Allah nezdinde İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona “Ol!” dedi ve oluverdi.

Hz.Adem’i topraktan, anasız ve babasız yaratan Allah, İsa’yı da babasız olarak yaratmıştır. Yukarıda meali geçen ayet, Allah’ın kudretinin sonsuzluğu yanında, Hz.Meryem’in de iffetli olduğunun bir ifadesidir.

60. Gerçek, Rabbinden gelendir. Öyle ise şüphecilerden olma.
61. Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah’tan yalancılar üzerine lânet dileyelim.

Bu ayete “mübahele ayeti” denir ki, bir meselede haklı olanın ortaya çıkması için karşılıklı lanetleşmek demektir. Tefsircilerin belirttiğine göre Necran Hıristiyanlarından bir heyet, Resulullah (s.a.)nın huzuruna gelerek, Kur’an Hz.İsa’nın babasız doğduğunu kabul ettiğine göre onun Allah olması lazım geleceğini iddia ettiler. Hz. Peygamber onları, bir araya gelerek kim yalancı ise Allah’ın ona lanet etmesi için dua etmeye çağırdı. Fakat necran heyeti buna yanaşmayarak müslümanların himayesine girmeyi kabul eden bir antlaşma imzalayıp gittiler.

62. Şüphesiz bu (İsa hakkında söylenenler), doğru haberlerdir. Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhakkak ki Allah, evet O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.
63. Eğer yine yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah, bozguncuları hakkıyla bilendir.
64. (Resûlüm!) de ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah’tan başkasına tapmayalım. O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz müslümanlarız! deyiniz.
65. Ey ehl-i kitap! İbrahim hakkında niçin çekişirsiniz? Halbuki Tevrat ve İncil, kesinlikle ondan sonra indirildi. Siz hiç düşünmez misiniz?
66. İşte siz böyle kimselersiniz! Hadi hakkında bilgi sahibi olduğunuz konuda tartıştınız; fakat bilgi sahibi olmadığınız konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysa ki Allah, her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz.

Yahudiler ile hıristiyanlar aralarında tartıştılar; birinciler, Hz.İbrahim’in bir yahudi olduğunu, diğerleri de hıristiyan olduğunu savundular; her iki taraf da, iddialarını isbat için deliller getirmeye çalışıyorlardı. Halbuki, yukarıdaki ayette de belirtildiği gibi Hz.İbrahim ne yahudi ne de hıristiyan olabilirdi. Çünkü her iki din Hz.İbrahim’den sonra gelmişti.

67. İbrahim, ne yahudi, ne de hıristiyan idi; fakat o, Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman idi; müşriklerden de değildi.
68. İnsanların İbrahim’e en yakın olanı, ona uyanlar, şu Peygamber (Muhammed) ve (ona) iman edenlerdir. Allah müminlerin dostudur.
69. Ehl-i kitaptan bir kısmı istediler ki, ne yapıp edip sizi saptırabilsinler. Oysa onlar sadece kendilerini saptırırlar da farkına bile varmazlar.
70. Ey ehl-i kitap! (Gerçeği) görüp bildiğiniz halde niçin Allah’ın âyetlerini inkâr edersiniz?
71. Ey ehl-i kitap! Neden doğruyu eğriye karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?

Rivayete göre Hayber yahudilerinden 12 kişilik bir hahamlar topluluğu günün ilk saatlerinde güya İslam’a girecekler, fakat akşama doğru, kendi kitaplarına baktıklarını, Hz.Muhammed’in risaletine dair bir işarete rastlamadıklarını öne sürerek İslam’dan döndüklerini söyleyecekler, böylece müslümanların kendi dinlerinden dönmelerine önayak olacaklardı. İşte aşağıda meali verilen ayette onların bu planına işaret edilmektedir.

72. Ehl-i kitaptan bir gurup şöyle dedi: “Müminlere indirilmiş olana sabahleyin (görünüşte) inanıp akşamleyin inkâr edin. Belki onlar (böylece dinlerinden) dönerler.
73. Sizin dininize uyanlardan başka hiçbir kimseye inanmayın. ” (Resûlüm!) De ki: Doğru yol ancak Allah’ın yoludur. Yine (onlar, kendi aralarında şöyle dediler:) “Size verilenin benzerinin başka herhangi bir kimseye verildiğine, yahut Rabbinizin huzurunda onların size karşı deliller getireceklerine de (inanmayın).” De ki: Lütuf ve ihsan Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah’ın rahmeti geniştir ve O her şeyi hakkıyla bilir.

Müfessir Razi’nin Kur’an’da anlaşılması en müşkül ayetlerden biri olduğunu belirttiği bu ayetin “en yü’ta…” ile başlayan kısmı şöyle de anlaşılmıştır: “(Ey ehl-i kitap!) Bir kimseye (Hz.Muhammed’e) size verilenin benzeri veriliyor diye mi(böyle karşı çıkıyorsunuz)? Yahut onlar(müslümanlar) Rabbinizin huzurunda aleyhinize deliller getirecek diye mi (böyle davranıyorsunuz)?”

74. Rahmetini dilediğine ayırır. Allah üstün lütuf sahibidir.
75. Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana iade etmez. Bu da onların, “Ümmîlere karşı yaptıklarımızdan dolayı bize vebal yoktur” demelerindendir. Allah adına bile bile yalan söylüyorlar.

Ayette geçen “ümmiler”den maksat, ehl-i kitaptan olmayan Araplardır.

76. Hayır! (Gerçek onların dediği değil.) Her kim sözünü yerine getirir ve kötülükten sakınırsa, bilsin ki Allah sakınanları sever.
77. Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların ahirette bir payı yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır.
78. Ehl-i kitaptan bir gurup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları Kitap’tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde: Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah’a iftira ediyorlar.
79. Hiçbir insanın, Allah’ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra (kalkıp) insanlara: Allah’ı bırakıp bana kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis (şöyle demesi gerekir): Okutmakta ve öğretmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olunuz.

Hıristiyanlar, Hz.İsa’nın tanrı olduğunu iddia etmişlerdir ki, Hz.İsa’nın gerçek dininde bulunmayan ve Allah’ın birliği ile asla bağdaşmayan bu iddia, İslam inancına göre tamamen batıldır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in muhtelif ayetlerinde bildirildiğine göre Hz.İsa, kendisinin Allah’ın kulu olduğunu, Allah’ın kendisine kitap gönderdiğini ve Peygamber kıldığını söylemiş (Meryem 19/30-36), kendisinin ve annesinin tanrı olduğu iddialarını şiddetle reddederek, Allah’ı şirkten tenzih etmiştir. (Maide 3/116-117)

80. Ve size: Melekleri ve peygamberleri ilâhlar edinin, diye de emretmez. Siz müslüman olduktan sonra hiç size kâfirliği emreder mi?
81. Hani Allah, peygamberlerden: “Ben size Kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz” diye söz almış, “Kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?” dediğinde, “Kabul ettik” cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: O halde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu.
82. Artık bundan sonra her kim dönerse işte onlar yoldan çıkmışların ta kendileridir.

Tefsirler, burada peygamberler tarafından verilen sözün, ümmetleri adına olduğunu belirtiyorlar. Bu söz, Hz.Muhammed (s.a.)e yardım vadidir. Peygamberlerinin hüküm ve vadi, Hz.Muhammed’e yardım yönünde olunca aynı hüküm ümmetleri için de geçerlidir. Bu sebeple ümmetler zikredilmeyip, verilen söz, onların peygamberlerine izafe edilmiştir.

83. Göklerde ve yerdekiler, ister istemez O’na teslim olduğu halde onlar (ehl-i kitap), Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki O’na döndürüleceklerdir.
84. De ki: Biz, Allah a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Ya’kub ve Ya’kub oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve (diğer) peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırdetmeyiz. Biz ancak O’na teslim oluruz.
85. Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.

Dinin esasına taalluk eden temel prensipler, vahye dayanan bütün dinlerde aynıdır. Değişiklikler daha ziyade ibadetler ve beşeri münasebetler konusunda olup, bu değişiklikler, insan topluluklarının tekamül etmiş olmasının bir sonucudur. 84. Ayetten anlaşılacağı üzere İslam dini, daha önceki peygamberlere  gönderilen ve esasa taalluk eden dini prensipler bakımından kendisine aykırı olmayan bütün hak dinleri kabul eder. Ancak, İslam dini, ilahi dinler zincirinin son halkası ve devrinin insanlığının manevi, ahlaki ve içtimai ihtiyaçlarını eksiksiz karşılayan yegane din olduğundan, İslam geldikten sonra başka bir din tanıyan, bir yol tutan kimsenin bu tutumu ile İslam’a aykırı davranmış olduğu aşikardır. Şu halde onun bu dininin ve bu yolunun İslam dini nezdinde bir geçerliliği olamaz.

86. İman etmelerinden, Resûl’ün hak olduğuna şehadet getirmelerinden ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra inkârcılığa sapan bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.
87. İşte onların cezası, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanlığın lânetine uğramalarıdır.
88. Bu lânete ebedî gömülüp gidecekler. Onların azapları hafifletilmez; yüzlerine de bakılmaz.
89. Ancak, bundan sonra tevbe edip yola gelenler başka. Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.
90. İnandıktan sonra kâfirliğe sapıp sonra inkârcılıkta daha da ileri gidenlerin tevbeleri asla kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar, sapıkların ta kendisidirler.
91. Gerçekten, inkâr edip kâfir olarak ölenler var ya, onların hiçbirinden -fidye olarak dünya dolusu altın verecek olsa dahi- kabul edilmeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır; hiç yardımcıları da yoktur.
92. Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça “iyi” ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir.

“İyi” şeklinde, tercüme edilen ayetteki “birr” kelimesi, hayrın, iyiliğin kemal noktası, Allah’ın rahmeti, rızası ve cenneti manalarında anlaşılmıştır. Bakara suresinin 177. Ayetlerinde “birr” in etraflı bir izahı verilmiştir ki, buna göre “birr”, imanda, ibadette ve ahlakta en doğru ve en güzel bir hayatı yaşamaktır. Yukarıdaki ayete göre böyle bir hayata ve Allah’ın lütuf ve inayetine ulaşmanın şartlarından biri, kişinin sahip olduğu ve sevip bağlandığı şeyleri Allah yolunda kullanmasıdır. Müfessirlere göre bu şeyler, servet, mevki, ilim ve beden kuvveti gibi maddi ve manevi imkanlardır.

93. Tevrat’ın indirilmesinden önce, İsrail’in (Ya’kub’un) kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü İsrailoğullarına helâl idi. De ki: Eğer doğru sözlü iseniz o zaman Tevrat’ı getirip onu okuyun.
94. Artık bundan sonra her kim Allah’a karşı yalan uydurursa, işte bunlar, zalimlerin ta kendisidirler.
95. De ki: Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise, hakka yönelmiş olarak İbrahim’in dinine uyunuz. O, müşriklerden değildi.
96. Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbet), Mekke’deki (Kâbe)dir.
97. Orada apaçık nişâneler, (ayrıca) İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnîdir.

Bu ayet, müslümanlara haccın farz olduğunun delilidir. “Yoluna gücü yetenler,” hacca gitme imkanına kavuşanlar demektir ki, bu imkanın ölçüsünün ne olduğu konusunda mezhepler farklı görüştedirler. İmam Şafii’ye göre bu imkan vasıta ve yol masraflarını karşılama kudreti, İmam Malik’e göre yürüme ve çalışıp kazanma iktidarı, İmam Ebu Hanife’ye göre ise bu söylenenlerin tamamıdır.

98. De ki: Ey ehl-i kitap! Allah yaptıklarınızı görüp dururken niçin Allah’ın âyetlerini inkâr edersiniz?
99. De ki: “Ey Ehl-i Kitab! Artık (İslâm’ın gerçekleri gösteren bir din olduğunu) görüp bildiğiniz halde, niçin onu eğri göstermeye yeltenerek mü’minleri Allah yolundan çevirmeye çalışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.”

İslâm’ın karşısında olanlar veya bunu açıkça söyleyemeyenler, hep bu yolu izlemişler; onu, modernlikten geri koyan bir din olarak ya da Yahudilik veya Hıristiyanlığın taklidi gibi göstermeye çalışmışlardır.)

100. Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir guruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden inkârcılığa sevkederler.
101. Size Allah’ın âyetleri okunurken, üstelik Allah Resûlü de aranızda iken nasıl inkâra saparsınız? Her kim Allah’a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir.
102. Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.

Müfessirlere göre “Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkma”nın anlamı, müslümanın, bütün varlığı ile Allah’ın emirlerini yerine getirmeye ve yasaklarından kaçınmaya çalışmasıdır. Nitekim Abdullah b.Mes’ud (r.a.), ayetin bu kısmını şöyle açıklamıştır:”O’na asi olmayıp itaat etmek, nankör olmayıp şükretmek ve O’nu unutmaksızın hep hatırda tutmak.”

103. Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişileridiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.
104. Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.

Müfessirler, bu ayetin emri uyarınca, müslümanlar içinde, iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan bir içtimai kontrol müessesenin bulunmasının farz-ı kifaye olduğunu belirtmişler; ancak, bu görevi üstlenen kişilerde, görevin iyi ve hakkaniyete uygun olarak yerine getirilmesini mümkün kılacak bazı şartların bulunması gerektiğine de işaret etmişlerdir.

105. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır.
106. Nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin de karardığı günü (düşünün.) İmdi, yüzleri kararanlara: İnanmanızdan sonra kâfir mi oldunuz? Öyle ise inkâr etmiş olmanız yüzünden tadın azabı! (denilir).
107. Yüzleri ağaranlara gelince, onlar Allah’ın rahmeti içindedirler; orada ebedî kalacaklardır.
108. İşte bunlar, Allah’ın, sana hak olarak okuduğumuz âyetleridir. Allah hiçbir kimseye haksızlık etmek istemez.
109. Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. İşler, dönüp dolaşıp Allah’a varır.
110. Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız: Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.

Bu ayetin müslümanlarla ilgili ilk kısmı, bazı alimlerce, icma-ı ümmetin, İslam Dininin hüküm kaynaklarından birisi olduğunu gösteren delilleri arasında zikredilmiştir.

111. Onlar (ehl-i kitap) size, incitmekten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşa girecek olsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.
112. Onlar (yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’ın ahdine ve insanların (müminlerin) himayesine sığınmadıkça kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur; Allah’ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkum edilmişlerdir. Çünkü onlar, Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Bu da, onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır.
113. Hepsi bir değildir; ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah’ın âyetlerini okurlar.
114. Onlar, Allah’a ve ahiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten menederler; hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar iyi insanlardandır.
115. Onların yaptıkları hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, takvâ sahiplerini çok iyi bilir.

Bazı tefsirlerde bu ayetin nüzul sebebi şöyle anlatılır: Ehl-i kitaptan Abdullah b. Selam ve çevresindekiler müslüman olunca, yahudiler onlara, “Siz bu dine girmekle kendinize yazık ettiniz” kabilinden sözler söylemişlerdi. Allah Teala bu ayeti ile, iddia edilenin aksine, onların kurtuluşa erdiklerini ve gerek onların, gerekse diğer müminlerin yaptıklarını iyiliklerin karşılıksız kalmayacağını, kusursuz adaleti ile her türlü hayırlı faaliyetlerin mükafatını eksiksiz olarak lütfedeceğini ifade buyurmaktadır.

116. İnkâr edenler var ya, onların malları da evlâtları da Allah’a karşı kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. İşte onlar, cehennemliklerdir; onlar orada ebedî kalacaklardır.
117. Onların, bu dünya hayatında yapmakta oldukları harcamaların durumu, kendilerine zulmetmiş olan bir kavmin ekinlerini vurup da mahveden kavurucu bir rüzgârın durumu gibidir. Onlara Allah zulmetmedi; fakat onlar kendilerine zulmediyorlar.

Kavurucu rüzgar, henüz yeşermekte olan ekini nasıl yakıp kavurursa, onların dünya hayatında sarf ettikleri mallar da kendilerine bir iyilik getirmek şöyle dursun, aksine, dünya ve ahiret hayatlarının mahvına sebep olur. Tefsirlerde buradaki benzetme için şöyle bir takdir de yapılmaktadır: “… harcamalar, …kavurucu rüzgarın vurup mahvettiği ekine benzer.” Ayette rüzgarın sıfatı olarak geçen “sırr” kelimesi, “çok soğuk” anlamını da taşır.

118. Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, âyetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.
119. İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında “İnandık” derler; kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: Kininizden (kahrolup) ölün! Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir.

Ayetin ilk cümlesi, bazı müfessirlerce şöyle yorumlanmıştır: “Siz onları seversiniz; yani onların müslüman olmalarını istersiniz. Çünkü İslam her şeyden hayırlıdır. Halbuki onlar sizi sevmezler; yani sizin kafir olmanızı isterler, kafir olmak ise her şeyden kötüdür.”

120. Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasalandırır; başınıza bir musibet gelse, buna da sevinirler. Eğer sabreder ve korunursanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.
121. Hani sen, sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın. . .-Allah, hakkıyle işiten ve bilendir.
122. O zaman içinizden iki bölük bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idi. Müminler, yalnız Allah’a dayanıp güvensinler.

Uhud savaşında, Hz.Peygamber’in sağ ve sol kanatlara yerleştirdiği, Hazrec kabilesinden Seleme oğulları ile Evs kabilesinden Harise oğulları düşmana karşı direnmekte korkaklık ve zaaf göstermişlerdi. Nitekim, bunlardan, 300 kişiye kumandanlık eden İbn Übey:”Kendimizi ve çocuklarımızı ne diye tehlikeye sokalım!” diyerek geri çekilmişti.

123. Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir’de de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah’tan sakının ki O’na şükretmiş olasınız.
124. O zaman sen, müminlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir?
125. Evet, siz sabır gösterir ve Allah’tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder.
126. Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır.
127. Allah, kâfirlerden bir kısmının kökünü kessin veya onları perişan etsin, böylece bozulmuş bir halde dönüp gitsinler diye, size yardım eder).
128. Ki bu işte senin yapacağın bir şey yoktur yahut (müslüman olsunlar da) tevbelerini kabul etsin, ya da (ısrar ederlerse) onlara azap etsin diye (Allah Bedir’de size yardım etti). Çünkü onlar zalimdirler.

127. Ayette “bir kısmı” diye tercüme edilmiş olan “taraf” kelimesinin manalarından birkaçı, “eşraf,liderler, kumandanlar”dır. Nitekim burada söz konusu edilen Bedir savaşında müşriklerin birçok ileri gelenleri öldürülmüş veya esir alınmıştı.

129. Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.
130. Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah’tan sakının ki kurtuluşa eresiniz.

Cenab-ı Hak, Bakara suresinin 275, 276, ve 278. Ayetlerinde alış-verişi helal kıldığını ve faizi yasakladığını bunların aynı şeyler olmadığını vurgulayarak ifade buyurmuştur. Burada kat kat artırarak faiz yemenin yasak olduğunun belirtilmesi ise, devrin Arap toplumunda yaygın olan ve vadesinde ödenmeyen borçlar hakkında yapılan tefecilik uygulamalarına işaret içindir.

131. Kâfirler için hazırlanmış bulunan ateşten sakının!
132. Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız.
133. Rabbinizin bağışına ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!
134. O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.
135. Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.

Bu üç ayette İslam ahlakının bir hülasası verilmiştir. Şöyle ki; 133. Ayette, Rabbimizin bağışına, gökler ve yer genişliğinde cennetine kavuşmanın, bütün ahlaki davranışlarımız için temel gaye olduğu; iyiliği, birtakım dünyevi menfaatler kaygısıyla değil de, sırf Allah’a saygı ve sevgi demek olan takva saiki ile ve sadece uhrevi saadet uğruna yapmak gerektiği hatırlatılmıştır. 134 ve 135. Ayetlerde ise, İslam’da ideal ahlak tipi olan “müttaki insan”ın temel ahlaki nitelikleri olarak sayılan “herhalde cömert olmak, öfkeyi yenmek, insanları bağışlamak ve hatasını görerek kabul etmek ve vazgeçmek” gibi vasıflar, ancak ihtirasları ve bencil duyguları karşısında hürriyetine kavuşmuş üstün ruhların faziletleridir.

136. İşte onların mükâfatı, Rableri tarafından bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir!
137. Sizden önce nice (milletler hakkında) ilâhî kanunlar gelip geçmiştir. Onun için, yeryüzünde gezin dolaşın da (Allah’ın âyetlerini) yalan sayanların âkıbeti ne olmuş, görün!
138. Bu (Kur’an), bütün insanlığa bir açıklamadır; takvâ sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür.
139. Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.

Bu ayet, müslümanların, Uhud savaşında uğradıkları geçici başarısızlıktan dolayı ümitsizliğe kapılmamaları gerektiğini onlara ihtar etmekte ve müslümanlara, güçlü bir imana sahip olmanın verdiği azim ve kararlılık sayesinde nice zaferlere ulaşmanın mümkün olduğunu müjdelemektedir.

140. Eğer siz (Uhud’da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir’de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz.) Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez.

Mealde ”ortaya çıkarsın” şeklinde tercüme edilmiş olan, ayetteki “li-ya’leme” kelimesi için, “Allah”ın, ilm-i ezelisinde var olan bilgiyi vakıa ile ayan-beyan ortaya koyması” veya “mümini münafıktan ayırdetme hükmünü vermesi” şeklinde tefsirler yapılmıştır. Bu sebeple, “şehitler” manasına da gelen “şüheda” kelimesi, mealde “şahitler” karşılığı ile tercüme edilmiştir.

141. Bir de (böylece) Allah, iman edenleri günahlardan temize çıkarmak, kâfirleri de helâk etmek ister.
142. Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?
143. Andolsun ki siz, ölümle yüzyüze gelmezden önce onu temenni ederdiniz. İşte şimdi onu karşınızda gördünüz.

Bu ayette, Bedir savaşına katılmış olup Bedir şehitlerinin faziletlerine imrenen ve Hz.Peygamber’in, Medine’de kalarak düşmana orada karşı konulmasının uygun olacağı fikrine mukabil, Uhud’da savaşmayı isteyen sahabilere hitap edildiği rivayet edilir.

144. Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.

Uhud savaşında Abdullah b.Kamie adında bir müşrikin attığı taşla Resulullah (s.a.)in dişi kırılmış, yüzü yaralanmıştı. Bu düşman askerinin, “Muhammed’i öldürdüm” dediğini duyan biri “Muhammed öldürüldü!” diye bağırmaya başlamış, bu yalan haber müslümanlar arasına yayılmış, asker paniğe kapılmıştır. Hz. Peygamber ise:” Buradayım! Buraya gelin” diye bağırıyordu. Etrafını çevreleyen yaklaşık 30 kişilik bir gurup, yiğitçe onu savundular. İşte yukarıdaki ayet, belirtilen yalan haber üzerine infiale kapılan müslümanları tenkit etmekte; Hz.Muhammed’in fani, İslam’ın ise baki olduğunu; bu sebeple, o ölse dahi müslümanların bunu sükunetle karşılayıp, dinlerinde sebat etmeleri gerektiğini hatırlatmaktadır.

145. Hiçbir kimse yok ki, ölümü Allah’ın iznine bağlı olmasın. (Ölüm), belli bir süreye göre yazılmıştır. Her kim, dünya nimetini isterse, kendisine ondan veririz; kim de ahiret sevabını isterse, ona da bundan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.
146. Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.
147. Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl!
148. Allah da onlara dünya nimetini ve (daha da önemlisi,) ahiret sevabının güzelliğini verdi. Allah, iyi davrananları sever.
149. Ey iman edenler! Eğer kâfirlere uyarsanız, gerisin geriye (eski dininize) döndürürler de, hüsrana uğrayanların durumuna düşersiniz.
150. Oysa sizin mevlânız Allah’tır ve O, yardımcıların en hayırlısıdır.
151. Allah’ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaları sebebiyle, kâfirlerin kalplerine yakında korku salacağız. Gidecekleri yer de cehennemdir. Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür!

Bu ayet, Allah’a inanmanın verdiği moral gücünden yoksun olanların kalplerini kısa zamanda korku saracağını ifade etmektedir. Nitekim, bu ayetlerde bahis konusu edilen Uhud savaşında, bir ara müslümanların çoğu paniğe kapılıp dağılmalarına rağmen, müşrikler, önemli bir sonuç elde etmeden çekip gitmişlerdi. Hatta giderken bir ara geri dönüp müslümanların işini bitirmeyi düşünmüşler, ancak dönme cesaretini gösterememişler, büsbütün yenilmemiş olmayı yeğ tutmuşlardı.

152. Siz Allah’ın izni ile düşmanlarınızı öldürürken, Allah, size olan vâdini yerine getirmiştir. Nihayet, öyle bir an geldi ki, Allah arzuladığınızı (galibiyeti) size gösterdikten sonra zaafa düştünüz; (Peygamberin verdiği) emir konusunda tartışmaya kalkıştınız ve âsi oldunuz. Dünyayı isteyeniniz de vardı, ahireti isteyeniniz de vardı. Sonra Allah, denemek için sizi onlardan (onları mağlup etmekten) alıkoydu. Ve andolsun sizi bağışladı. Zaten Allah, müminlere karşı çok lütufkârdır.
153. O zaman Peygamber arkanızdan sizi çağırdığı halde siz, durmadan (savaş alanından) uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz. (Allah) size keder üstüne keder verdi ki, bundan dolayı gerek elinizden gidene, gerekse başınıza gelenlere üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
154. Sonra o kederin arkasından Allah size bir güven indirdi ki, (bu güvenin yol açtığı) uyuklama hali bir kısmınızı kaplıyordu. Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir gurup da, Allah’a karşı haksız yere cahiliye devrindekine benzer düşüncelere kapılıyorlar, “Bu işten bize ne!” diyorlardı. De ki: İş (zafer, yardım, herşeyin karar ve buyruğu) tamamen Allah’a aittir. Onlar, sana açıklayamadıklarını içlerinde gizliyorlar. “Bu işten bize bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik” diyorlar. Şöyle de: Evlerinizde kalmış olsaydınız bile, öldürülmesi takdir edilmiş olanlar, öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerinden çıkıp giderlerdi. Allah, içinizdekileri yoklamak ve kalplerinizdekileri temizlemek için (böyle yaptı). Allah içinizde ne varsa hepsini bilir.

Uhud savaşında düşman, sayısı ve silahıyla müslümanlardan kat kat fazla idi. Fakat zafer de, mağlubiyet de Allah’ın elinde olduğundan müslümanların üzerine bir emniyet duygusu indirildi. Bu yüzden bazı müslümanlar uyumaya koyulmuştu.

Abdullah b. Mes’ud: ”Savaştaki uyku halinin Allah’tan, namazdakinin ise şeytandan” olduğunu söyler.

Ebu Talha: “Uhud günü ben de üzerlerine uykun çökenler arasında idim. Öyle ki, kılıcım defalarca elimden düştü; aldım, yine düştü, aldım yine düştü…”der.

Müfessirlere göre bu alette bahsedilen ikinci gurup insanlarla münafıklar kasdolunmuştur. Münafıkların buradaki ifadeleri, “Bize bundan bir fayda, bir pay var mı!”, “Bizim elimizden ne gelir!”, “Tedbir konusunda bizim görüşümüz alındı mı!” gibi manalarla açıklanmıştır.

155. (Uhud’da) iki ordu karşılaştığı gün, sizi bırakıp gidenleri, sırf işledikleri bazı hatalar yüzünden şeytan (yerlerinden) kaydırmıştı. Yine de Allah onları affetti. Çünkü Allah, çok bağışlayıcıdır, halîmdir.
156. Ey iman edenler! Sizler, inkâr edenler ve yeryüzünde sefere çıkan veya savaşan kardeşleri hakkında: “Eğer bizim yanımızda kalsalardı ölmezler, öldürülmezlerdi” diyenler gibi olmayın. Allah bu kanaatı onların kalplerine (kaybettikleri yakınları için onulmaz) bir hasret (yarası) olarak koydu. Canı veren de alan da Allah’tır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görür.
157. Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki, Allah’ın mağfireti ve rahmeti onların topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır.
158. Andolsun, ölseniz de öldürülseniz de Allah’ın huzurunda toplanacaksınız.
159. O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.

Şura (meşveret, danışma) prensibinin İslamiyet’te önemli bir yere sahip olduğu ayette açıkça ifade edilmiştir. Ancak, şuranın kapsamı, şekli ve bağlayıcılık gücü konularında İslam bilginlerince farklı görüşler ileri sürülmüştür.

160. Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah’a güvenip dayanmalıdırlar.
161. Bir peygambere, emanete hıyanet yaraşmaz. Kim emanete (devlet malına) hıyanet ederse, kıyamet günü, hainlik ettiği şeyin günahı boynuna asılı olarak gelir. Sonra herkese -asla haksızlığa uğratılmaksızın-kazandığı tastamam verilir.

Bedir savaşında elde edilen ganimetlerin taksimi sırasında, kayıp bir eşya için, münafıkların “Herhalde Muhammed almıştır” demeleri üzerine bu ayetin nazil olduğu nazil olduğu rivayet edilir. Uhud savaşında Hz.Peygamber’in stratejik bir noktaya yerleştirdiği okçuların, İslam ordusunun savaşı kazanma belirtisi üzerine, Hz.Peygamber tarafından “Herkesin aldığı ganimet, kendisinin olacaktır” gibi bir söz söylenebileceği zannına kapılarak görevlerini terk etmeleri üzerine, onların bu zannını reddetmek için indirildiği de rivayet edilir.

162. Allah’ın hoşnutluğunu gözetenle Allah’ın hışmına uğrayan bir olur mu hiç? Berikisinin yeri cehennemdir. Cehennem ise ne kötü bir varış noktasıdır.
163. Onlar Allah katında derece derecedirler. Allah onların yaptıklarını görmektedir.
164. Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.
165. (Bedir de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud’da) kendi başınıza geldiği için mi “Bu nasıl oluyor!” dediniz? De ki: O, kendi kusurunuzdandır. Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter.

Bedir’de müslümanlar müşriklerden yetmiş kişi öldürmüş, yetmiş kişi de esir almışlardı. Uhud’da ise yetmiş şehit verdiler. Ayet-i kerimede geçen “musibet”le buna işaret ediliyor. Ve bunun, okçuların Allah Resulü’nün emrini tutmamalarından dolayı başlarına geldiği vurgulanıyor.

166. İki birliğin karşılaştığı gün sizin başınıza gelenler, ancak Allah’ın dilemesiyle olmuştur ki, bu da, müminleri ayırdetmesi ve münafıkları ortaya çıkarması için idi. Bunlara: “Gelin, Allah yolunda çarpışın; ya da savunma yapın” denildiği zaman, “Harbetmeyi bilseydik, elbette sizin peşinizden gelirdik” dediler. Onlar o gün, imandan çok, kâfirliğe yakın idiler. Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Halbuki Allah, onların içlerinde gizlediklerini daha iyi bilir.
167. İki birliğin karşılaştığı gün sizin başınıza gelenler, ancak Allah’ın dilemesiyle olmuştur ki, bu da, müminleri ayırdetmesi ve münafıkları ortaya çıkarması için idi. Bunlara: “Gelin, Allah yolunda çarpışın; ya da savunma yapın” denildiği zaman, “Harbetmeyi bilseydik, elbette sizin peşinizden gelirdik” dediler. Onlar o gün, imandan çok, kâfirliğe yakın idiler. Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Halbuki Allah, onların içlerinde gizlediklerini daha iyi bilir.
168. (Evlerinde) oturup da kardeşleri hakkında: “Bize uysalardı öldürülmezlerdi” diyenlere, “Eğer doğru sözlü insanlar iseniz, canlarınızı ölümden kurtarın bakalım!” de.
169. Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar.
170. Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.
171. Onlar, Allah’tan gelen nimet ve keremin; Allah’ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler.
172. Yara aldıktan sonra yine Allah’ın ve Peygamber’in çağrısına uyanlar (özellikle) bunların içlerinden iyilik yapanlar ve takvâ sahibi olanlar için pek büyük bir mükâfat vardır.
173. Bir kısım insanlar, müminlere: “Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!” dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve “Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!” dediler.

Rivayete göre Uhud savaşında müslümanların bir ara bozulduktan sonra tekrar toparlanmaları üzerine önemli bir sonuca ulaşmayan düşman ordusunun kumandanı Ebu Süfyan, savaş alanını terk ederken Hz.Peygamber’e “Ey Muhammed! Önümüzdeki yıl Bedir meydanında seninle tekrar karşılaşacağız!” tehdidini savurmuş; Hz.Peygamber de: “İnşaallah!” demişti. Ertesi yıl, Ebu Süfyan’ın böyle hazırlık içinde bulunduğu haberi Medine’ye ulaşınca, Hz.Peygamber. bir süvari birliği ile düşmanı karşılamaya çıkmıştı. İşte yukarıdaki ayet, düşman tarafından gelen bu haber karşısında müslümanların azim ve kararlığını, onların yüksek moral gücünü takdir ve ifade etmektedir.

174. Bunun üzerine, kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan, Allah’ın nimet ve keremiyle geri geldiler. Böylece Allah’ın rızasına uymuş oldular. Allah büyük kerem sahibidir.

Hz.Peygamber’’in komutasındaki birlik, Ebu Süfyan ile bir yıl önce sözleşilen yerde onları bir hafta kadar bekledi; ancak bir miktar asker ile yola çıkan Ebu Süfyan’ın savaşmaktan korkarak geri dönmesi üzerine müslümanlar da karlı alış-verişler yaparak tekrar Medine’ye geldiler.

175. İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.

Ayete ”İşte o şeytan, sizi kendi dostlarından korkutmaktadır” şeklinde mana vermek de mümkündür. Nitekim bazı müfessirler burada, Mekkelilerin Medine’deki müslümanları ürkütmesi için propaganda yapmak üzere gönderdikleri Nuaym isimli kişiye işaret edildiğini belirtirler.

176. (Resûlüm) İnkârda yarışanlar sana kaygı vermesin. Çünkü onlar, Allah’a hiçbir zarar veremezler. Allah onlara, ahiretten yana bir nasip vermemek istiyor. Onlar için çok büyük bir azap vardır.
177. Şurası muhakkak ki, imanı verip inkârı alanlar, Allah’a hiçbir zarar veremezler. Onlar için elîm bir azap vardır.
178. İnkâr edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır. Onlara ancak günahlarını arttırmaları için fırsat veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.
179. Allah, müminleri (şu) bulunduğunuz durumda bırakacak değildir; sonunda murdarı temizden ayıracaktır. Bununla beraber Allah, size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini ayırdeder. O halde Allah’a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder, takvâ sahibi olursanız sizin için de çok büyük bir ecir vardır.

Tefsirlerde bu ayetin “Ey Muhammed! Bize kimlerin iman edip kimlerin etmediğini bildir” diyen kafirlere cevap teşkil ettiği belirtilmektedir.

180. Allah’ın, kereminden kendilerine verdiklerini (infakta) cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.

Ayette geçen “miras” kelimesi dolayısıyla tefsirlerde genellikle şu açıklamalar yapılmıştır: Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ın mülküdür. Ondan yararlananlar, hep O’nun mülkünü birbirinden devralmaktadırlar; o halde, Allah’ın mülkünde cimrilik etmeleri ne kadar yanlıştır! Bir gün, herkes ölecek ve malik olduğu şeyler üzerindeki mülkiyetini kaybedecektir; halbuki Allah bakidir, mülk yerine O’nundur.

181. “Gerçekten Allah fakir, biz ise zenginiz” diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir. Onların (bu) dediklerini, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ile birlikte yazacağız ve diyeceğiz ki: Tadın o yakıcı azabı!

Yahudilerin bu alaylı ifadelerinin, peygamberleri öldürme günahı ile bir tutulması, bir taraftan bu sözleri söylemenin büyük günah sayıldığını, diğer taraftan da onların ilk günahının bundan ibaret olmadığını, daha önce de peygamberlerin canlarına kıydıklarını göstermektedir.

182. Bu, dünyada iken kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılığıdır. Yoksa Allah kullarına zulmetmez.
183. “Doğrusu Allah bize, (gökten inen) ateşin yiyeceği (yakıp kor edeceği) bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti” diyenlere şöyle de: Size, benden önce mucizelerle, (özellikle) dediğiniz (mucize) ile nice peygamberler geldi. Eğer doğru insanlar iseniz, ya onları niçin öldürdünüz?

Bazı tefsirlerde nakledilen bir rivayete göre Medine’deki yahudilerin, müslüman olmamak için bahane olarak ileri sürdükleri bu özel mucize şartı, Hz.İsa’nın risaleti ile kalkmıştır.

184. (Resûlüm!) Eğer seni yalancılıkla itham ettilerse (yadırgama); gerçekten, senden önce apaçık mucizeler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getiren nice peygamberler de yalancılıkla itham edildi.
185. Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günnü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metâından başka bir şey değildir.
186. Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz; sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvâ gösterirseniz, muhakkak ki bu, (yapılacak) işlerin en değerlisidir.
187. Allah, kendilerine kitap verilenlerden, “Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz” diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü!
188. Sanma ki ettiklerine sevinen, yapmadıkları ile övülmek isteyenler, evet, sanma ki onlar azaptan kurtulacaklardır. Onlar için elem verici bir azap vardır.
189. Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Allah’ın her şeye gücü yeter.
190. Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.
191. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru !

Allah Teala, 190. Ayette, göklerin ve yerin yaratılışı ile gece ve gündüzün değişimini, bir başka deyişle, mekan ve zamanın ilahi kudrete delaletini aklıselim sahiplerinin ibret nazarına sunduktan ve böylece bizden, varlığın gerçek bilgisine ulaşma çabasını göstermemizi, özlü bir ifade ile istedikten sonra; 191. Ayette, bu çabayı gösterenlerin, Allah’ın üstün kudretinin ve eşsiz sanatının eserlerini idrak etmeleri sonunda, O’na derin bir saygı ile yönelmelerinin kaçınılmaz olduğunu ortaya koymaktadır.

192. Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, kimi cehenneme koyarsan, artık onu rüsvay etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur.
193. Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, “Rabbinize inanın!” diye imana çağıran bir davetçiyi (Peygamberi, Kur’an’ı) işittik, hemen iman ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, uhumuzu iyilerle beraber al, ey Rabbimiz!
194. Rabbimiz! Bize, peygamberlerin vasıtasıyla vâdettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizi rezil-rüsvay etme; şüphesiz sen vâdinden caymazsın!
195. Bunun üzerine Rableri, onların dualarını kabul etti. (Dedi ki:) Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler; andolsun, ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükâfat, Allah tarafındandır. Allah; karşılığın güzeli O’nun katındadır.
196. İnkârcıların (refah içinde) diyar diyar dolaşması, sakın seni aldatmasın!

Bazı müminlerin, müşrikleri geniş maddi imkanlar içinde görmeleri sebebiyle: “Gördüğümüze bakılırsa Allah’ın düşmanları huzur içinde, biz ise sıkıntıdayız” demeleri, bu ayetin inmesine sebep olarak gösterilmiştir. Elbette ki, bu ve benzeri ikazlarla Hz.Peygamber’in şahsında bütün müminlere seslenilmektedir.

197. Azıcık bir menfaattır o. Sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir!
198. Fakat Rablerine karşı gelmekten sakınanlar için, Allah tarafından bir ikram olarak, altlarından ırmaklar akan, ebedî olarak kalacakları cennetler vardır. İyi kişiler için Allah katındaki (nimetler) daha hayırlıdır.
199. Ehl-i kitaptan öyleleri var ki, Allah’a, hem size indirilene, hem de kendilerine indirilene tam bir samimiyetle ve Allah’a boyun eğerek iman ederler. Allah’ın âyetlerini az bir paraya satmazlar. İşte onlar için Rableri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk olandır.
200. Ey iman edenler! Sabredin; (düşman karşısında) sebat gösterin.


BU SUREYLE İLGİLİ ÖNEMLİ BİLGİLER

 

Adı:
Bu sure adını 33. ayette geçen “Al-i İmran” terkibinden alır. Diğer birçok sure adı gibi, bu da sadece sureyi diğerlerinden ayırt etmek içindir. İmran Ailesi anlatıldığı için değil.

Nüzul zamanı:
Bu sure dört bölümden meydana gelir:
Birinci Bölüm (1-32 ayetler) : Büyük bir ihtimalle hemen Bedir savaşı sonrasında nazil olmuştur.
İkinci Bölüm (33-63 ayetler) : H. 9. yılda Necran Hıristiyanlarından bir heyetin ziyareti üzerine nazil olmuştur.
Üçüncü Bölüm (64-120 ayetler) : Birinci bölümden hemen sonra indirilmiş olmalıdır.
Dördüncü Bölüm (121-200 ayetler) : Uhud savaşından sanra nâzil olmuştur.

Konu:

Bu bölümler, farklı zamanlarda ve farklı sebeplerle indirilmiş olmalarına rağmen amaçları, ana konuları ve vurguladıkları şey açısından öyle iç bağlantılara sahiptirler ki, hepsi, kopukluğu olmayan tam bir bütün oluştururlar. Bu sure özellikle şu iki gruba hitap eder: Ehl-i kitap (Yahudiler ve Hıristiyanlar) ve Hz. Muhammed’e (s.a.) uyanlar.
Bakara suresinde, batıl inançları ve kötü davranışları nedeniyle uyarılan, buna karşılık Kur’an gerçeğini kabul etmeye çağrılan Yahudiler ve Hıristiyanlara yapılan davet, bu surede de sürdürülüyor. Burada onlara Hz. Muhammed’in de (s.a.) kendi peygamberlerinin öğrettiği hayat tarzının aynısını ortaya koyduğu söyleniyor. Öyle ki bu yol tek doğru yoldur, Allah’ın yoludur ve bu yoldan herhangi bir sapma onların kendi kitaplarına göre de büyük bir yanılgı addedilmektedir.
Bakara suresinde en hayırlı topluluk ve Hakk’ın koruyucuları olarak açıklanan ve dünyayı düzeltme görevi kendilerine verilen ikinci gruba, yani Müslümanlara ise burada, bir önceki sureyi takip eder nitelikte yeni görevler veriliyor. Müslümanlar önceki toplulukların ahlâkî ve dinî çöküşünden ders almaları ve o topluluklar gibi olmamaları için uyarılıyor. Yapmak zorunda oldukları ıslahat ile ilgili görevler konusunda da bilgi veriliyor. Bunun yanısıra, bu surede, Müslümanlara Ehl-i kitab’a nasıl davranacakları ve Allah’ın yoluna çeşitli engeller koyan münafıklarla nasıl ilgilenecekleri öğretiliyor. En sonunda da Uhud savaşında, açığa çıkan zayıflıklara karşı kendilerini korumaları için uyarıda bulunuluyor.

Surenin Arka-planı:
1) Müminler, Bakara suresinde dikkatlerinin çekildiği birçok zorluk ve engellerle karşılaşmışlardı. Bedir savaşından zaferle ayrılmalarına rağmen henüz güvenlikte değillerdi. Onların zaferi, Arabistan’da İslâm’a karşı olan tüm güçlerin düşmanlığını uyandırmıştı. Her tarafta tedirgin edici söylentiler yayılmaya başladı ve müminler sürekli bir korku ve endişe içinde yaşamaya başladı. Sanki, küçücük Medine devletinin -o zaman sadece bir şehir devleti idi- çevresindeki tüm Arap dünyası, bu devletin varlığını ortadan kaldırmaya and içmişti. Bu savaş durumu Mekke’den hicret eden müslümanlar nedeniyle zaten sarsılan ekonomiyi de olumsuz yönde etkiliyordu.
2) Bir de Medine’nin hemen dışında yaşayan Yahudi kabileleri meselesi vardı. Hz. Peygamber’in (s.a.) Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra Yahudilerle yaptığı karşılıklı anlaşmalara Yahudiler ihanet ediyorlardı. Öyle ki Bedir savaşında, Ehl-i kitap olan bu Yahudiler, imanın temel noktalarında -Allah’ın birliği, peygamberlik, ölümden sonra dirilme- müslümanlarla aynı şeyi paylaştıkları halde, putperestlerin kötü niyetlerine sempati duydular. Bedir savaşından sonra Kureyş ve diğer Arap kabilelerini, öçlerini almaya açıkça teşvik ettiler. Böylece Yahudi kabileleri, Medine halkı ile yüzyıllardan beri varolan dostça komşuluk ilişkilerini bir tarafa bırakıyorlardı. En sonunda kötülükler ve anlaşmaya ihanet dayanılmaz dereceye gelince Hz. Peygamber (s.a.) , müminleri dört bir taraftan sarmak için Medine’deki münafıklar ve Arap putperestleri ile işbirliği yapan ve Yahudi kabileler içinde en zararlısı olan Beni Kaynuka’ya saldırdı. Tehlikenin büyüklüğü Hz. Peygamber’in (s.a.) hayatının söz konusu olmasına kadar varmıştı. Bu nedenle Ashab’tan bir kısmı geceleri zırhlarıyla uyuyorlar ve ani bir saldıraya karşı hazırlıklı bulunuyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.) bir süre için gözden kaybolsa hemen O’nu aramaya çıkıyorlardı.
3) Yahudilerin teşviki Kureyş’in kalbinde yatan korları alevlendirdi ve Bedir’de yaşadıkları yenilginin öcünü almak için hazırlıklara başladılar. Bundan bir yıl sonra 3000 kişilik bir ordu Medine’yi ele geçirmek üzere Mekke’den yola çıktı ve Uhud dağının eteklerinde bir çatışma meydana geldi. Hz. Peygamber (s.a.) düşmanı karşılamak üzere Medine’den 1000 kişi alarak yola çıkmıştı. Savaş alanına doğru yol alırken üç yüz münafık ordudan ayrıldı ve Medine’ye döndü. Fakat Hz. Peygamber’e (s.a.) katılanlar arasında yine birkaç münafık kaldı. Münafıklar görevlerini yaptılar ve çatışma sırasında mümin saflarında kaos ve tedirginlik yaratmak için ellerinden geleni yaptılar. Bu, müslüman topluluk arasında kendi kardeşlerine zarar vermek için daima düşmanla işbirliği yapmaya hazır çok sayıda sabotajcının varolduğunun ilk açık göstergesiydi.
4) Uhud’daki yenilgide, münafıkların bozgunculuğu büyük bir rol oynasa da, müslümanların kendi zayıflıklarının da katkısı vardı. Fakat müslümanların manevî bir zaaf göstermesi çok tabiî bir olaydı. Çünkü onlar henüz çok kısa bir süre önce hayatlarını yepyeni bir ideoloji üzerine kurmuşlar ve henüz normal eğitimden geçirilmemişlerdi. Maddî ve manevî güçlerini sınayan bu ikinci zor imtihanda, tabiî olarak, bazı zayıflıklar yüzeye çıkmıştı. Müslümanları, eksiklikleri konusunda uyarmak ve düzelmelerine yarayacak olan tavsiyelerde bulunmak için surede, Uhud savaşının ayrıntılı biçimde ele alınmasının nedeni budur. Bu savaşın ele alınış ve inceleniş şeklinin, genelde buna benzer olaylardaki ele alış şeklinden farklı olduğuna da dikkat edilmelidir.

ÖZET
Konu: Hidayet
Bu sure Bakara’nın devamı niteliğindedir ve orada Ehl-i kitab’a yapılan çağrı burada da devam eder. Bakara’da özellikle Yahudiler Hidayet’i (Doğru Yol) kabul etmeye çağrılıyorlar. Bu surede ise özellikle Hıristiyanlar, sapık inançlarından vazgeçmeleri ve Kur’an’ın rehberliğini kabul etmeleri için uyarılmaktadırlar. Aynı zamanda müslümanlar, görevlerini yerine getirebilmeleri ve Allah’ın hidayetini yayabilmeleri için gerekli faziletleri edinmeleri konusunda eğitilmektedirler.

Konular ve birbirleriyle bağlantısı:
1-32 Bu ilk ayetlerde, surede tartışılan ana konulara uygun önsözler olarak, vahiy ve ölümden sonra dirilmenin hak olduğu konuları tekrarlanıyor.
33-65 Bu bölüm özellikle “Hıristiyanlar’a hitap ediyor ve onları İslâm’ı kabul etmeye davet ediyor. Hz. İsa (a.s.) ve annesini, Yahudilerin attığı iftiralardan temize çıkarmasının yanısıra, doğumundaki mucize nedeniyle Hıristiyanlar tarafından formüle edilen Hz. İsa’nın (a.s.) ilâhlığı inancını da reddediyor. Bu nedenle Hz. Yahya’nın (a.s.) kısır bir kadın ile çok yaşlı bir adamdan dünyaya gelmesi ve Hz. Adem’in (a.s.) annesiz ve babasız yaratılışı olaylarına değiniliyor, Hz. İsa’nın (a.s.) babasız doğuşunun, O’na ilâhlık atfetme nedeni olamayacağı vurgulanmak isteniyor.
66-101 Bu ayetlerde Ehl-i kitap, yani Yahudiler, kötü alışkanlıklarını bırakıp Allah’ın hidayetini kabul etmeye çağrılıyorlar. Aynı zamanda müslümanlara da Yahudilerin kötü niyetleri, sapık alışkanlıkları ve saçma itirazlarına karşı uyanık olmaları tavsiye ediliyor.
102-120 Müslümanlara, Ehl-i kitab’ın tarihte yaptıklarından ders almaları, kendilerini onların düzenlerine karşı korumaları ve kendilerini Hakk’ı yayıp, Bâtıl’ı yok etmek için eğitip hazırlamaları konusunda öğütler veriliyor.
121-175 Bu bölümde, müslümanları eğer sabreder, emirlere uyar ve Allah’tan korkarlarsa, düşmanlarının onlara hiçbir kötülük yapamayacakları konusunda temin etmek (güven vermek) için Uhud savaşından bahsediliyor. Yaşadıkları yenilginin bazı manevî niteliklerin eksikliği ve kötü duyguların varlığı nedeniyle başlarına geldiğine işaret ediliyor. Yenilginin asıl sebebi, geçidi koruyan okçuların zaafları olduğu için, insanların mala karşı olan zaaflarını ortadan kaldırmak üzere faiz yasaklanmıştır.
176-189 109-120. ayetlerde ele alınan konu, müslümanları düşmanlarının tehlikeli oyunlarına karşı cesaretlendirmek ve temin etmek bakımından burada tekrar özetlenmektedir.
190-200 Bu bölüm surenin sonuç bölümüdür ve kendisinden hemen önce gelen ayetlerle doğrudan bir bağlantısı yoktur. Fakat surenin bütünü ile bağlantılıdır. (Tefhimü’l-Kur’an, Mevdudi)