Kur’an’a Çeken Yollar

Andolsun Biz Kur’ân’ı düşünüp öğüt alınması için kolaylaştırdık. Düşünüp öğüt alan yok mudur? (Kamer 17,22,32,40)

Bakış açısını netleştirmek: Kur’ân’a, diğer kitaplardan farkını, üzerimizde Allah’ın ne büyük bir lûtfu olduğunu ve O’na olan ihtiyacımızın şiddetini anlayıp hissettiğimiz ölçüde yöneliriz.
Öyleyse, Kur’ân’a olan ihtiyacımızın şiddetini ortaya koyan, bizi sarsan, O’nu okumak için harekete geçiren şeyleri gayet dikkatli bir şekilde düşünelim ve alt alta yazalım.
Allah’ın Kur’ân’daki ilk emri “Oku!” iken, genel anlamda “okumak” ve özel anlamda “Kur’ân’ı okumak” ve anlamaya çalışmak, hayatımızda kaçıncı sırada yer alıyor? Nelerin altında? Niçin? Bu soruların cevabından kaçmayalım ve harekete geçmek için kendimizi sorgulayalım.

Hareket noktanız:
Sizi Kur’ân’a en çok çeken bir âyeti, bir olayı veya başka herhangi bir şeyi düşünün ve hemen yakınınızdaki Kur’ân’a uzanın.

İlginizi en çok çeken konular:
Okumak için önce ilginizi en çok çeken, ihtiyaç hissettiğiniz âyetlerden veya konulardan başlayın. Bu konuda meâlde bulunan “İçindekiler” bölümünden faydalanabilirsiniz. Detay isterseniz, özel olarak bu konuda hazırlanmış kitaplardan faydalanın. Konulu okuma, size değişik bakış açıları kazandırır ve yepyeni ufuklara doğru götürür.

Kur’ân’ı her gün en az bir defa açıp bakın:
Eğer Kur’ân’ı her gün açıp okuma gücünü kendinizde bulamıyorsanız, en az günde bir defa açıp bakın ve kapatın. Okumak için açmasanız bile, gözünüze bir âyet meâli ilişebilir. İçinizden bir ses, “Bir âyet olsun oku!” diyebilir.

Alışkanlık haline getirmek için:
Allah’ın bize neler söylediğini okumaya ve anlamaya yeterli vakit ayırıp ayırmadığımızı sorgulayarak, çok az bir süre de olsa kendimizi okumaya ikna edebilir, süreci böylece başlatabiliriz. Süre az olduğu için kendimizi ikna daha kolay olur. Öyleyse, başlangıç olarak, kendimize, belirli zamanlarda, çok az bir süre de olsa okuma mecburiyeti getirelim. Sonra bu süreyi azar azar artırabilir ve şekillendirebiliriz.Bu kolay uygulamanın kısa zamanda meyvelerini toplayacak ve hararetle başkalarına da tavsiye etmeye başlayacaksınız.

Bir dakikacık zaman:
Okumak için illâ geniş zaman arayıp da sürekli tehir etmeyin. Bir dakikada bir âyet okusanız ve üzerinde azıcık düşünseniz, bu şekilde her gün sadece bir dakika ayırsanız bir senede 365 âyet eder. Peygamberimiz (s.a.v.), “Yapılan amellerin en hayırlısı, az da olsa devamlı olandır.” buyuruyor.

Her fırsatta ve mekanda:
Otobüste, tramvayda, vapurda, trende, iş yerinde, bekleme sırasında, piknikte vs cebinizde taşıyacağınız küçük bir mealden bir dakikada âb-ı hayat fışkırabilir. Ve okuyabilecek herkese ne kadar da güzel örnek olur. Toplayın şimdiye kadar geçen yolculuk sürelerinizi ve az da olsa ne kadar okuyabileceğinizi; okumamış olmanın hüznünü yaşayacaksınız.

Hastalık ve sıkıntı dönemlerinde:
İnsanın bir teselli ve çıkış yolu aradığı hastalık, sıkıntı ve bunalım dönemleri, yani o şiddetli ihtiyaç dönemleri, Kur’ân’ın yol göstericiliği ve ferahlatıcılığının câzip gelmesi açısından kolaylaştırıcı bir vesiledir. O İlâhî kapıdan girerseniz, dertlerinizi bitiren veya en azından hafifleten yepyeni dünyalara açılırsınız.
Sakıp Sabancı, bir Avrupa ülkesinde bir süre hastanede yatar. Bakar ki başucunda bir İncil… Hastanın okuması için bırakılmış. Türkiye’ye döndüğünde bunu anlatırken, ülkemizdeki hastanelerde de hastanın başucunda, onu hem ruhen güçlendirmek, hem de hastalığa karşı direncini artırmak üzere meâlli bir Kur’ân bulunması gerektiğini söyler.
Ailece: Aile fertleri her gün bir araya gelir, herkes bir âyet, iki âyet, üç âyet, yarım sayfa veya bir sayfa okur, diğerleri dinler. Üzerinde çok kısa konuşulur. Ama bu güzel uygulama mümkünse her gün yapılır.

Bir sayfa – on sayfa:
Günde bir sayfa okusanız meâli bitirmeniz 2 sene sürmez. İki sayfa okusanız, 1 sene sürmez. Üç sayfa okusanız 6 ay kadar sürer. 10 sayfa okusanız 2 ay. Okuyabileceğiniz asgarî sayfa ile başlayabilirsiniz. Gazeteye, televizyona veya internete ayırdığınız kadar zaman ayırsanız; eğer öğrenciyseniz, tek bir ders kitabına ayırdığınız kadar zaman ayırsanız; neler olur, neler…

Hedef, plan ve değerlendirme:
Kısa süreli hedefler tespit eder, basit bir plan yapar ve sık sık kendimizi değerlendirirsek uygulama kolaylaşır. Mesela, “Her gün şu kadar dakika ya da saat; veya şu kadar âyet veya sayfa okuyacağım. Üç gün sonra uygulama ve verim noktasından kendimi değerlendireceğim.” diyebilir ve her üç gün sonunda değerlendirme yapabiliriz. Bu değerlendirme sonuçlarına göre yeni hedefler tespit edebiliriz. Sonuçları küçük bir cep defterine not edersek, neler yaptığımızı ve neler yapabileceğimizi daha iyi görürüz.
Bilgisayarınızın ekranına ilk açılışı için şunu yazın ve çocuklarınıza da yazmalarını tavsiye edin: “Bugün ne okudun?” Benzer sözleri evde veya işyerinde en çok göreceğiniz yerlere koyabilir, hatta cep telefonunuza da yazabilir veya söyletebilirsiniz.
Okumalarınızı takip edip, okuduklarınızı ve kendinizi değerlendireceğiniz basit bir çizelge hazırlayabilir, hedeflerinizi gerçekleştirdikçe çizelgeyi de geliştirirsiniz.

Genel okuma yanında bazı konularda yoğunlaşma:
Özel ilgi ve ihtiyaç duyduğunuz bazı konularda çeşitli tefsirlerden ve başka kitaplardan okumalar yapın, kendinizi o konuda geliştirin.

Birliktelik:
Kur’ân’ın mânâsından sürekli istifade etme zevk ve alışkanlığını kazanan insanlarla sık sık görüşün. Onların başarılı oldukları uygulamaları kendi şartlarınıza uyarlayarak daha da geliştirmeye çalışın.
Aynı alışkanlığı kazanmak isteyen insanlarla görüş alışverişi yapın, birlikte kararlar alın, birbirinizi teşvik ve kontrol edin; “Hayırda yarışma” anlayışı içinde, hedefiniz aynı olduğu için hepinizi memnun edecek bir yarışma havasına girin. Bunu yapabildiğiniz kadar devam ettirin.

Hediye:
Arkadaşlarınıza, dostlarınıza ve yeni evlenecek olanlara Meâlli Kur’ân hediye edin. Bu konuda size verilen hediyelerden sonra ilk fırsatta hediye eden kişiye geri bildirimde bulunun. Nasıl istifade ettiğinizi söyleyin. Bu hem sizi daha çok teşvik eder, hem de o kişiyi.
Kurulacak yuvanın kötülüklerden uzak, mutlu ve sürekli olması isteniyorsa, her insanın Allah’ın rehberliğine ihtiyacı olduğunu belirterek okumaya teşvik edin. Bunun olmazsa olmaz yaygın bir alışkanlık hâline gelmesine çalışın.

Ortam oluşturmak:
Okuduklarınızdan uygun gördüğünüz yerleri başkalarına da okuyun. Onlardan da ihtiyaca en çok hitap ettiğini düşündükleri veya başka uygun buldukları âyet meâllerini size söylemelerini veya okumalarını isteyin.

Uygun yerlere koymak:
Bulunduğumuz mekânlarda, bizim ve çevremizdeki diğer insanların elini uzatabileceği yakınlıktaki uygun yerlere meâl veya Kur’ân’dan âyetler içeren kitapçıklar koyabiliriz.

Sakin vakit – En verimli zaman dilimi:
Gün içinde insanın veriminin en yüksek olduğu bir zaman dilimi vardır. “Sakin vakit” adı verilen bu zaman dilimi herkese göre değişir. Kimisi için gece yarısında, kimisi için sabahın erken saatlerindedir. O altın saatte Allah’ın Kitabı’nı düşünerek okumak, herhalde çok isabetli olur ve “en değerliye, en değerliyi vermek” Allah’ın da çok hoşuna gider.
Kur’ân insanlara nasıl gösterilmeli? Kur’ân insanlara, hiç bıktırmadan her zaman daha büyük bir zevk ve hevesle en çok okunan kitap; Allah’tan gelen en güzel ve en önemli bilgilerin en doğru kaynağı; her zaman en iyi yol gösterici; kitapların kitabı olan en güzel kitap; insanlığı mutluluğa götüren, insanı insan yapan değerlerin İlâhi menbaı; Allah’ın sözü olduğu için çözülenler yanında içinde kıyamete kadar çözülmeyi bekleyen daha nice güzellikler olan en büyük hazine olarak sunulmalıdır. O güzelliklerden örnekler sunulmalı, böylece O’ndaki Allah bilgisinin sonsuzluğu kanaati oluşturulmalıdır.
Büyükler, “Yârân istersen Kur’ân yeter!” demişler. Kur’ân’a, gerçekte olduğu gibi yârân olduğu, dost oladuğu idrâkiyle yaklaşmak ve başkalarını, özellikle çocuklarımızı o bakış açısıyla yaklaştırmaya çalışmak gerek.
Ah güzel örnek! En güzel yaklaşım ve etkileme tarzı, güzel örnek olmaktır. Güzel örnek olmanın özü, söylenenlerle yapılanların uyum içinde olmasıdır. Fakat bu, sevdirmek için yeterli olur mu? “Güzel örnek” meselesi genellikle yanlış anlaşılıyor. İyiyi, doğruyu, güzeli yapmak, “güzel örnek” olabilmek için tek başına yeterli olamıyor. Ya? Sevdirici, cezbedici, yapmaya teşvik edici olmayan hiçbir örnek, güzel örnek değildir.
Yunus ne diyor:
Bilmek olmak değildir,
Olmaya bak, olmaya.


Tavsiyede bulunurken:
İnsanlara tavsiyede bulunurken dikkat etmemiz gereken üç basamak:
1. Sıcak bir yaklaşım, yani duygulara hitap,
2. Tavsiye,
3. Sebep veya sonucuna kısaca işaret etmek.

Mukayese ile farkın vurgulanması:
Allah’ın sözünü okuyanla okumayan bir olmaz. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” İnsanların ne dediğini öğrenmek için ne kadar gayret sarf ediyoruz; acaba bizi ve tarihler boyunca her şeyi yaratan Allah bize neler söylüyor, merak etmemek mümkün mü?
“Allah kelâmının insanların kelâmına üstünlüğü, Allah’ın kullarına üstünlüğü gibidir.” Hadîs-i kudsîsinin penceresinden bakarak ve baktırarak Kur’ân’a dikkatleri daha kolay çevirmek mümkün.
Mukayese ile farkın vurgulanması, hedefe kestirmeden götüren, kısa ve keskin bir çözümdür. Çünkü, Hz. Ali (k.v.) Efendimizin ifadesiyle, “Nimetlerin kıymeti, ancak zıtların mukayesesi ile takdir edilir.”

Ailece bir arada, “her gün bir âyet”:
Çocuklardan ve ailemizin her ferdinden, biz de dâhil, her gün akşam sofrasında veya sofradan sonra bir araya geldiğimizde, hangi ihtiyaca hitap ettiğini de söyleyeceği bir âyet meâlini okumasını isteyebiliriz. Âyet metnini de okursa daha güzel olacağını hatırlatır, fakat zorlamayız.
Bu, yapabilecekler için, “her sofrada bir âyet” şeklinde de uygulanabilir.

Hanımlar arası günlerde:
Kur’ân sevdalısı hanımların, hanımlar arasındaki günlere katılarak, genel ihtiyaca hitap eden bir iki âyet meâli söyleyip üzerinde birkaç cümlecik konuşması. Başkalarını da her gelişlerinde bir tek âyet meâliyle gelmeleri için teşvik etmesi. Elbette âyet metni de okunursa daha güzel olur.

Herkes faal:
Düzenlenen sohbete katılacak herkes önceden, istediği bazı âyetleri okur ve tefsirlerden açıklamalarına bakar. Sohbette okur ve anlatır. İnisiyatif alır. Herkes harekete geçer. Kendisini çok iyi yetiştirmiş olanlar ayrıca yine derslerini yapar.

Okutup ciddiyetle dinlemek:
Bu metodu ilk defa İbni Kesîr’in “Hadîslerle Kur’ân-ı Kerîm Tefsiri” kitabının “İthaf”ında gördüm. Prof. Dr. Bekir Karlığa şunları söylüyordu: “Bu çalışmayı, çocuk yaşlarda bana, çok sevdiği İsmail Hakkı Bursevî’nin Rûhu’l-Beyan’ını okutarak, tefsir zevkini tattırmaya çalışan rahmetli babam Besnili İbrahim Hoca’nın ruhuna minnet ve hürmetle ithaf ediyorum.”
Allah Kelâmı’nı bu şekilde okutup dinleyerek sevdirmek ve anlaşılmasını sağlamak mümkün.

İşaretler koymak, cebimizde küçük bir defter veya cep bilgisayarı:
Okuma sırasında işaretler koyabilir, sayfanın kenarına notlar alabilirsiniz. Hele küçük bir defteriniz ya da cep bilgisayarınız olur da oraya notlar alırsanız daha bir güzel olur. Hatırda da kalsın, satırda da…
Meâlini öğrendiğiniz veya orijinalini ezberlediğiniz âyetin sûre ismini ve âyet numarasını bilirseniz, bunun çok faydasını görürsünüz.

Bilgisayar, CD, MP3 çalar, radyo ve kaset çalardan dinleyerek:
Bu imkanların biri olmazsa diğeri bugünün dünyasında artık hemen hemen herkeste var. Evde, yolda, işyerinde, bunu alışkanlık hâline getirebilirsiniz. Ayrıca ailece belli zamanlarda dinleyebilirsiniz. Sadece Kur’ân meâli okuyan radyo bile var.
Ne zaman başlamayı düşünüyorsunuz? Peki, sizi Allah’a daha çok yaklaştıracak ve bütün sıkıntıların çözüm kaynağına giden yol olan gayretlenmelere, Allah’ın dediklerini daha çok okumaya, dinlemeye, anlamaya ve yaşamaya götürecek bu adımları, mevcut hâlinizi aşacak şekilde uygulamaya ne zaman başlamayı düşünüyorsunuz?
Peygamberimiz (s.a.v.)’in “İki günü eşit olan kimse zarardadır.” Hadîs-i şerifini bu konuda uygulayalım. Başlangıçta ne kadar süre uygulayalım? Bir ay, on beş gün, on gün desek zor. Bir hafta desek o da biraz zor gözüküyor. Fakat üç gün uygulamayı az bir gayretle herhalde herkes yapabilir. Peki ne zaman uygulamaya başlayalım? Bugün mü, yarın mı? Bu soruya vereceğimiz cevabın arkasından şu Hadîs-i Şerif’i hatırlayalım ki, Peygamberimiz (s.a.v.), “Yarın yaparım, diyen helâk oldu.” buyuruyor.
Öyleyse, bugünden başlayalım ve kendimizi test edelim. Bakalım hayatımızda neler değişecek? Sonra da yapabildiğimiz kadar, zamanını artırarak, keyfiyetini güçlendirerek devam ettirelim.

Pano veya levha:
Panoya büyük yazılarla her gün bir âyet veya duvara her gün yeni bir âyet, levha olarak asılabilir. Belli zamanlarda veya uygun zamanlarda anlamı hakkında konuşulur.

Merakı tahrik:
Çeşitli âyetlerin konularına, anlamlarına veya başka özelliklerine dikkat çekilerek öğrenmek için meraklar tahrik edilir.

Her gün kaç kişiye kaç âyet:
“Her gün en az on (beş, üç ya da bir) kişiye, ihtiyacına uygun bir âyet söyleyeceğim” diyerek kendimize söz verebilir ve çocuklarımız dahil -sıkmadan, zorlamadan- başkalarını da buna teşvik edebiliriz.

Sohbete başlamadan:
Bir sohbet topluluğu oluştuğunda asıl sohbet konularına geçmeden önce herkesin bir âyet meâli -biliyorsa aynı zamanda metni- söylemesini, konu hakkında birkaç cümle söylemesini isteyebiliriz. Daha baştan topluluğun atmosferi değişir. Buna devam edildiğinde neler olur düşünün.

Her karşılaşmada:
Arkadaşlar kendi aralarında anlaşarak, her karşılaştıklarında selâm kelâmdan sonra birbirlerine birer âyet meâli söyleyebilirler. Söyleyecekleri âyeti ihtiyaca göre seçmeye çalışırlar.

Mail ve/ya mesaj:
Dostlarınıza, içinde âyet meâli olan bir mail ve/ya mesaj gönderin. Cuma’yı unutmamak üzere özellikle mübarek gün ve gecelerde.

Mübarek gün, gece ve aylar:
Mübarek gün, gece ve aylarda, o gün ve gecelerle ilgili âyetlerin meâl ve tefsirine bakın, aranızda okuyun ve konuşun. En kıymetli zamanları en kıymetliye ayırın.

Namazda okumak, duâda söylemek:
Mânâsı çok dikkatimizi çeken âyetlerin meâlini öğrendikten sonra metnini de ezberleyip namazlarda o tefekkür içinde okuyabiliriz. Veya o sözlerle Rabbimize duâ edebiliriz. Meselâ, Kur’ân’daki peygamber (a.s.) duâları, Ashâb-ı Kehf’in duâsı gibi.

Özellikle dikkat çekilen âyetler:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in özellikle dikkat çektiği âyetlerin meâllerini, büyük zâtların bilhassa etkilendikleri ve vird edindikleri âyet-i kerime meâllerini öğrenebilir ve üzerinde mütâlaada bulunabiliriz.

İhtiyaç penceresinden bakarak:
Hayatta ihtiyacımız olan her konuda bize yol gösterecek en az bir âyet öğrenmeyi ve yeri geldiğinde istifade etmeyi ve ettirmeyi kendimize amaç edinebiliriz. Bu çok dinamik bir süreç olur.
Günümüz dünyasında insanlığın en fazla ihtiyacı olan âyetleri öğrenebilir, insanlara, özelliklerine göre, çeşitli şekillerde sunabilir, Kur’ân’la o âyetlerin açtığı kapıdan muhatap olmalarını sağlayabiliriz.
Kur’ân! Acaip kitap!
Her şahsa tek tek hitap..
İstanbul, 1996
Özel problem veya ilgilerini bildiğiniz insana, ihtiyaçlarına hitap eden âyetleri okuduğunuzda, onu bam telinden yakalarsınız. İnsanların özellikle şiddetli ihtiyaç vakitlerine –üzüntü, sevinç ve kararsızlık halleri gibi– dikkat edin. Kime, hangi zamanda ne vereceğini çok iyi bilen mütehassıs bir doktor gibi olun.
İşte âyet: “İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütlerle davet et ve onlarla olan mücadeleni en güzel şekilde yap…” (Nahl: 125)
Yalnız, söylediğini yapanın tesiri başka olur değil mi? Allah-ü Teâlâ, Fussilet Sûresi 33. âyette şöyle buyuruyor: “Allah’a çağıran, salih ameller (iyi işler) yapan ve ‘Şüphesiz ki ben Müslümanlardanım!’ diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir!”

Bir tek âyet bile:
Allah’ın gönderdiği bu Kitab-ı Azîm’e öyle bakın ki; bir insanın O’ndan okuyacağı tek âyet bile dünyasını değiştirebilir, karanlıklarını aydınlatabilir. Kur’ân hediye ederken içinizde o ümitle ve kalbinizden gelen o tebessümle hediye edin. Siz size düşeni, yani elinizden geleni en güzel şekilde yapmaya gayret edin. Sözü tesir ettirecek olan O. Her şeyi bilen O. Neyin, nerede, ne yapacağını siz bilemezsiniz.

Teşvik:
Arkadaşlarınızı, çevrenizdeki herkesi, uygun olan her fırsatta, sıkmadan, zorlamadan, Kur’ân’da Allah’ın insanlara nasıl yol gösterdiğini, problemlere nasıl çözümler sunduğunu öğrenmeye teşvik edersiniz. Kamer Sûresi’nde Allah-ü Teâlâ, “Andolsun Biz Kur’ân’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Düşünüp öğüt alan yok mudur?” âyetini dört defa tekrar buyurup öylesine dikkat çekiyor. Allah Resûlü (s.a.v.), “Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” buyuruyor. Teşvikte bu anlayış ihmal edilmemeli.
Uygun gördüğünüz insanları Kur’ân meâli dağıtmaya teşvik etmek de, -hatta kendinize vazife edinerek, her gün en az bir kişiyi teşvik- bu konuda yapılabilecek büyük hizmetlerden biridir. Kim bilir, öyle birine vesile olursunuz ki, sizden daha büyük ve güzel hizmetler yapar, sizi öylesine sevindirir.

Ezberlediğini yaz:
Ezberlediğiniz meâli cebinizdeki küçük bir deftere yazabilirsiniz. Arada bir yazdıklarınıza göz atıp hatırlama ve pekiştirme imkânı da olur. Allah’ın kitabını mânâsıyla birlikte her zaman kafanızda taşıyamıyor olabilirsiniz ama o küçük gözüken adımlarla başlayan ezberler ihtiyaç vaktinde sizin ve başkalarının o kadar çok işine yarar ki, şaşırırsınız. Çorak toprağa âb-ı hayat gibi!

Her şeyimizle O’na yönelmek:
Kur’ân okur ve dinlerken, yalnız aklımızla değil, kalbimiz, vicdanımız ve diğer lâtifelerimizle de O’na yönelmeliyiz. O’nun başka bir söz, Allah’ın sözü olduğunun idrâk ve heyecanı içinde.

Yeni yollar:
Siz de yeni yollar bulabilirsiniz. “Bütün yolların sahibi”nden istersiniz, samimi olarak ararsınız, yeni ve belki de burada yazılanlardan çok daha güzel yollar lûtfeder.

Uygulamada ısrar:
Uygulamada ısrar ve inat edin. İnat damarını olumsuz yönlerde çok kullanıyoruz, artık asıl kullanılması gereken yerlerde kullanalım.
Kısa sûreler, çok okunan sûre ve âyetler ve meâlleri: Çocuklar kısa sûreleri ezberlerken, Rabbimizin o sûrelerde bizlere neler anlattığını önce meâlden birlikte okuyabilir, üzerinde konuşabilir ve onların düşüncelerini dinleyebiliriz.
Çok okunan sûre ve âyetlerin meâllerini okumak veya okutup dinlemek de çok cazip ve sürekli etkileyici olur.
Yalnız, o âyetlerin mânâsının sadece o kısa meâllerden ibâret olmadığını, Allah sözü olduğu için mânâsının da sonsuz olduğunu anlatarak ve onların anlayacağı bazı bilgiler, örnekler sunarak. Bu konuda onların söyleyecekleri varsa onları da dinleyerek. Kur’ân’ın engin deryasını aksettirme noktasında, meâlin bire bir tercüme bile olamayacağını, bunun için “tercüme” değil “meâl” dendiğini de seviyelerine uygun bir dille anlatarak.
Bu yapılanlar, çocuğu Kur’ân’ın içine daha bilinçli olarak ve severek çekecek, Allah ile irtibatını artıracak ve güçlendirecektir.

Haddini bilmek:
“Meâlcilik yapmak”tan özenle kaçınılmalı, haddi aşma ihtimalinin olduğu yorumlardan hemen uzaklaşılmalıdır. “Her âyetten bir şey çıkaracağım” mantığı doğru değildir. İlim, tecrübe vs. isteyen hususlarda susmamız icab edebilir.
Meâl okuyarak âdeta içtihat yapmaya, Kur’ân’ı çok iyi bilen ve yaşayan bir âlim gibi hüküm çıkarmaya kalkışan ve çıkmaz yollara sapanlar için ve bu tehlikeye düşme ihtimali ile karşı karşıya olan herkes için, Hz. Ali (k.v.) Efendimizin şu sözü sanırım yeterince koruyucu bir güce sahiptir: “Bilmedikleri yerde dursalardı sapıtmazlardı.” İnsanın her şeyi bilmesi mümkün değildir, şart da değildir. Haddini bilmeyen, kendini bilmez, Hâlık’ını bilmez.

Hürmet:
Nerede okursak okuyalım, O’na bakışımızda, okuyuşumuzda ve o sıradaki her türlü tavrımızda Kur’ân’a hürmet kendisini göstermeli. O’nun başka kitaplardan farkına uygun bir hâl içine girmeli ve O’na yakışır bir titizlik içinde düşünmeye gayret etmeliyiz.

Ümit ve dua:
Tevessül ve tevekkül. Hayat bu iki kelimenin içinde. Bu güzel yolda elimizden geleni yaparken ve yaptıktan sonra tesirini halk etmesi için Kalpleri Çeviren’e, emrettiği gibi ısrarla dua ederiz. İnsanın başkaları için ısrar ile dua etmesi ne kadar güzel! Kur’ân’ın insana kazandırdığı yüce hasletlerden sadece biri. Allah o “Şifa Kaynağı”ndan her yönüyle en güzel şekilde istifadeyi nasip eylesin bize ve bütün insanlığa…
İnsanları Kur’ân’a davet eden bu ve benzeri gayretler, inşaallah, kalplerin O’na çevrilmesine ve Kur’ân’ın yetiştirmek istediği, insanlığın gönlünü ve yüzünü güldürecek, o hasret kalınan, “insan” kelimesinin içini hakkıyla dolduran insan tipinin yetişmesine ve dünyayı hayal bile edilemeyecek kadar güzel bir bahçeye çevirmesine bir vesile olur.

Ahmet Maraşlı



89 Mesajınız Var!

İnsan kullanım el kitabı Kur’an-ı Kerim’de “Ey iman edenler” hitabını içeren 89 ayet-i kerimenin ve mealinin yer aldığı çalışmayı istifadenize sunuyoruz.

Bu çalışmayı çevremizdeki insanlarla paylaşabiliriz ama en önce bu hitapların kendimize olduğunu düşünerek, tüm ön yargılarımızı bir kenara bırakarak, uygulama niyeti ile önce kendimiz okuyalım lütfen.

Dosyayı indirmek için buraya tıklayın.
(Dosya türü: PDF / 0.8 mb)


Kim Evliya Olmak İster?

“Kim evliya olmak istiyorsa, Kur’anda ki (Allah sever) olarak geçen ayetleri yazsın onlara uysun, (Allah sevmez ) olarak geçen ayetleri de yazarak onlardan uzak dursun o zaman evliya olur.” Prof.Dr. Mahmud Es’ad Coşan 


ALLAH cc. KİMLERİ SEVER?

Bakara Suresi

195. Allah yolunda (mallarınızı) harcayın da, kendi elleriniz(le kendiniz)i tehlikeye atmayın; iyilik edin. Şüphesiz ki Allah, iyilik edenleri sever.

222. (Rasulüm!) Sana, bir de kadınların adet hali hakkında sorarlar. De ki: “O bir rahatsızlıktır. Bu yüzden aybaşı halinde kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman Allah’ın size emrettiği yerden onlara varın (birleşin). Şüphesiz Allah, çokça tövbe edenleri de sever, çok temizlenenleri de sever.”

Ali İmran Suresi

76. Hayır (gerçek onların söyledikleri gibi değil), kim ahdini yerine getirir ve Allah’ın emrine uyup, günahlardan sakınırsa, şüphesiz ki O, muttaki olan (yasaklarından kaçınan ve emrine uygun yaşayanlar)ı sever.

134. O (takva sahibi ola)nlar, bollukta ve darlıkta (Allah rızası için) sarfederler, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah iyilik yapan (ve güzel davranan) ları sever.

146. Nice peygamberler vardı ki, beraberlerinde bir çok cemaat savaştı da, Allah yolunda kendilerine gelen (meşakkat)lerden (dolayı) gevşeyip yılmadılar, zayıflık göstermediler. Allah sabır (ve sebat) edenleri sever.

148. İşte (bu yüzden) Allah, onlara hem dünya nimetini, hem de ahiret sevabının güzelliğini (cennetini ve nimetlerini) verdi. Allah, güzel hareket edenleri sever.

159. (Ey Rasulüm! Uhud Gazvesi’nde sen) Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, elbette onlar etrafından dağılıverirlerdi. O halde onları affet, onlar için mağfiret dile ve (umuma ait) iş hakkında onlara danış, fakat karar verdiğin zaman, artık Allah’a güvenip dayan (onu yap). Şüphesiz Allah kendisine güvenip dayananları sever

Maide Suresi

13. (Verdikleri) kat’i sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerini kaskatı yaptık. Onlar (Tevrat’ta gerek Rasulü Ekrem’e, gerek diğer ahkama ait) kelimeleri, yerlerinden kaldırıp değiştirirler. Onlar uyarıldıkları şeylerden nasiplenmeyi de unuttular (terkettiler, hevalarına tabi oldular). (Rasulüm!) İçlerinden pek azı hariç, onlardan yana daima bir hainliğin farkına varıp durursun. Yine de onları affet ve aldırma! Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.

42. (Onlar) yalan dinlemeye çok meraklı ve haram (rüşvet) yemeye pek düşkündürler. Eğer sana gelirlerse, ister aralarında hükmet, istersen onlardan yüz çevir. Eğer yüz çevirirsen sana hiç bir şekilde zarar veremezler. Eğer hükmedersen aralarında adil şekilde hükmet. Hiç şüphesiz ki Allah adaletli olanları sever.

93. iman edip salih amellerde bulunanlara, takvalı oldukları (Allah’ın emrine uygun yaşadıkları/günahlardan sakındıkları) ve hakkıyla iman edip salih amellere devam ettikleri, yine takvalı olup kesin inandıkları, nihayet takva ile beraber güzel ve hayırlı harekette bulundukları sürece, (haram olunmadan önce) yiyip içtikleri şeylerden dolayı bir günah yoktur. Allah iyilikte ve güzel harekette bulunanları sever.

Tevbe Suresi

4. Ancak antlaşma yaptığınız müşriklerden, size karşı (bu sözleşmeden) hiç bir şeyi eksik yapmayan ve aleyhinize hiç kimseye arka çıkmayanlar (bu hükümden) hariçtir, onlara müddetleri (bitinceye) kadar antlaşmalarını tamamlayın (iptal etmeyin). Çünkü Allah, (ahdi bozmaktan) sakınanları sever.

7. O (sözünden dönen) müşriklerin, Allah katında ve Rasulü yanında nasıl (geçerli) bir antlaşmaları olabilir?! Ancak, Mescid-i Haram yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınız hariçtir. Onlar size (karşı ahitlerinde) dürüst davrandıkça, siz de onlara dürüst davranın. Allah muttakileri (emirlerine uyan ve hainlikten sakınanları) sever.

108. (Rasulüm!) Onun içinde hiç namaz kılma! Daha ilk günden takva üzerine (Allah’ın emrine ve rızasına uygun) kurulan mescidin (Kuba’ mescidi) içinde namaz kılman daha uygundur. (O mescidin) içinde tertemiz olmayı arzu eden adamlar vardır. Allah da tertemiz olanları sever.

Hucurat Suresi

9. Eğer mü’minlerden iki topluluk birbirleriyle vuruşurlarsa, hemen aralarını düzeltin. Eğer onlardan biri, hala (Allah’ın hükmüne boyun eğmeyip) diğerine saldırırsa, Allah’ın emrine dönünceye kadar saldırana karşı savaşın. Eğer (Allah’ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işinizde) adil davranın. Çünkü Allah adil davrananları sever.

Mumtahine Suresi

8. Allah, sizinle dininizden ötürü savaşmayanlara, (dininizi yaşadığınız için sizlere saygı gösterenlere), sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten ve onlara adaletli davranmaktan men etmez. Çünkü Allah, adil olanları sever.

Saff Suresi

4. Allah, kendi yolunda (birbirine) kenetlenip kaynaşmış bir yapı gibi saf halinde (kendi yolunda) savaşanları sever.


ALLAH cc. KİMLERİ SEVMEZ?

Bakara Suresi

190. Size savaş açanlarla siz de Allah yolunda savaşın. (Fakat savaşmayan ihtiyar, kadın ve çocukları öldürerek) aşırı gitmeyin. Şüphesiz ki Allah, aşırı gidenleri sevmez.

276. Allah faiz (ile gelen)i mahveder, sadaka(sı verilen mal)ları da artırır. Allah, (haramı helal sayan ve onda ısrar eden) nankör ve günahkarların hiç birini sevmez

Ali İmran Suresi

32. (Yine) de ki: “Allah’a ve Peygambere itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse (kafir olurlar), şüphesiz ki Allah kafirleri sevmez.

57. iman edip salih ameller işleyenlere gelince, (Allah) onlara mükafatlarını tastamam verecektir. Allah zalimleri sevmez.

140. Eğer siz (Uhud’da) yara aldı iseniz, (Bedir Gazvesi’nde düşmanınız olan) o kavim de benzeri bir yara almıştı. İşte biz, o günleri (bazen galibiyet ve bazen mağlubiyet şeklinde) insanlar arasında döndürür dururuz. Bu da, Allah’ın gerçekten iman edenleri ortaya çıkarması ve sizden şahitler edinmesi içindir. Allah, zalimleri sevmez.

Nisa Suresi

36. Allah’a kulluk edin, hiç bir şeyi (yücelterek ilahlaştırıp buyruğuna girmekle Allah’a) ortak koşmayın. (Sonra sırasınca) ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın (müslüman) komşuya, uzak komşuya, (yolda) yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve ellerinizin altında bulunanlara iyilik edin.Allah, kendini beğenenleri ve böbürlenenleri sevmez.

107. (Günah işleyerek) kendilerine hainlik edenlerden yana uğraşma/bir çaba harcama! Çünkü Allah hainlikte ısrar eden günahkarları sevmez.

148. Allah, kötü sözün (gıybet, iftira, yalan, ispiyonlama) açıkça söylenmesini sevmez. Ancak zulmedilenler hariç. Allah her şeyi işiten ve bilendir.

Maide Suresi

64. Yahudiler: “Allah’ın (rızık vermede) eli bağlı (cimri)dir” dediler. Dedikleri yüzünden hay elleri bağlanası ve lanete uğrayasıcalar! İddialarının aksine, O’nun elleri açıktır, nasıl dilerse öyle sarf eder. (Rasulüm!) Rabbinden sana indirilen (ayet)ler, andolsun ki, onlardan çoğunun azgınlığını ve inkarını artıracaktır. Onların arasına kıyamet gününe kadar (sürecek) düşmanlık ve kin bıraktık. Onlar (sana karşı) ne zaman savaş için bir ateş yaktılarsa, Allah onu söndürdü (yenilgiye uğrattı). Yeryüzünde (onlar, zaten hep) bozgunculuğa koşarlar. Allah ise bozguncuları sevmez.

87. Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı temiz yiyecek ve giyecek şeyleri (kendinize) haram edip yasaklamayın ve sınırı da aşmayın. Çünkü Allah, sınırı aşanları sevmez.

En’am Suresi

141. O çardaklı ve çardaksız bağları, tatları çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, (yaprakları ve meyveleri) birbirine benzeyen ve birbirinden farklı zeytin ve narları yaratıp yetiştiren O’dur. (Onlar,) meyve verince meyvesinden yiyin. Toplandığı ve biçildiği günde de, hakkını (öşrünü, zekat ve sadakasını) verin; fakat israf etmeyin. Çünkü Allah, israf edenleri sevmez.

A’raf Suresi

31. Ey Ademoğulları! Her mescid(e gidişte ve ibadet)te ziynet (olan temiz ve güzel elbise)nizi alın (giyinin). Yiyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.

55 Rabbinize(gönülden yalvararak) gizlice dua edin. Çünkü o haddi aşanları sevmez.

Enal Suresi

58. Eğer (antlaşma yaptığın bir topluluğun) hainlik yapmasından (şüphelenip) korkarsan, sen de doğrudan (ve açıkça) antlaşmayı bozup kendilerine atıver. Çünkü Allah, hainleri sevmez.

Nahl Suresi

23. Şüphe yok ki Allah, (onların) gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir (ve görür). O, büyüklük taslayanları (asla) sevmez.

Hac Suresi

38. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri (inkarcılara karşı) savunur. Çünkü Allah, hiç bir haini ve hiç bir nankörü sevmez.

Kasas Suresi

76. Karun, Musa’nın kavminden (amcasının oğlu) idi; ama onlara karşı azgınlık etti. Biz ona öyle hazineler verdik ki anahtarları(nı bile taşımak) güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Kavmi ona demişti ki: “Şımarma, çünkü Allah (böbürlenip) şımaranları sevmez.”

77. “Allah’ın sana verdiği (her türlü) şeyde ahiret yurdunu da ara, dünyadan (helalinden olarak) nasibini de unutma! Allah’ın sana iyilik ettiği gibi sen de iyilik et. (Emirlerine muhalefet ederek) yeryüzünde bozgunculuk (yapmayı) isteme! Çünkü Allah bozguncuları sevmez.”

Rum Suresi

45. Çünkü (Allah,) iman edip salih ameller işleyenleri lütf u keremi ile mükafatlandırır. Elbette O, inkar edenleri sevmez.

Lokman Suresi

18. İnsanları küçümseyip yanağını bükme/yüz çevirme ve yeryüzünde şımarık yürüme! Çünkü Allah böbürlenen ve kendisini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez.

Şura Suresi

40. Kötülüğün karşılığı, onun dengi bir kötülüktür.Kim de affeder, barışı sağlarsa, onun mükafatı Allah’a aittir.Doğrusu O zulmedenleri sevmez.

Hadid Suresi

23. (Her şeyin önceden yazılmış olması) elinizden çıkıp gidene üzülmemeniz (Allah’ın takdiri diye boyun eğmeniz) ve O’nun size verdiğiyle de sevinip şımarmamanız içindir. Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez.


Editörün Seçtikleri

Bu bölümde sizin için seçtiğimiz etkileyici kıraatleri (mealiyle birlikte) paylaşacağız inşaallah. Etkilenmek, düşünmek, hissetmek ve “ağla/anlamak” temennisiyle…

Okuyan: Mishari Al Afasy / Okunan: Fussilet 19-36
[Fatiha’dan sonra okuduğu kısmın meali videonun altında, okumadan geçmeyelim…]

19. Allah’ın düşmanları, ateşe sürülmek üzere toplandıkları gün, hepsi bir araya getirilirler.
20. Nihayet oraya geldikleri zaman kulakları, gözleri ve derileri, işledikleri şeye karşı onların aleyhine şahitlik edecektir.
21. Derilerine: Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz? derler. Onlar da: Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu. İlk defa sizi o yaratmıştır. Yine O’na döndürülüyorsunuz, derler.
22. Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz, yaptıklarınızdan çoğunu Allah’ın bilmeyeceğini sanıyordunuz.
23. Rabbiniz hakkında beslediğiniz zan var ya, işte sizi o mahvetti ve ziyana uğrayanlardan oldunuz.
24. Şimdi eğer dayanabilirlerse, onların yeri ateştir. Ve eğer (tekrar dünyaya dönüp Allah’ı) hoşnut etmek isterlerse, memnun edilecek değillerdir.
25. Biz onlara birtakım arkadaşlar musallat ettik de onlar önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bunlara süslü gösterdiler. Kendilerinden önce gelip geçmiş olan cinler ve insanlar için (uygulanan) azap onlara da gerekli olmuştur. Kuşkusuz onlar hüsrana düşenlerdi.

Kötü arkadaşların inanmayanlara süslü gösterdikleri şey, dünya işleridir. Çünkü dünyanın yalnız maddi menfaat ve nefsani isteklere uygun tarafını görürler ve sadece onu isterler. Ahiret işlerini de arkalarına atarlar. Dirilme ve hesabı inkar etmekle rahata kavuşacaklarını telkin ederler.

26. İnkâr edenler: Bu Kur’an’ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Umulur ki bastırırsınız, dediler.
27. O inkâr edenlere şiddetli bir azabı tattıracağız ve onları yaptıklarının en kötüsüyle cezalandıracağız.
28. İşte bu, Allah düşmanlarının cezası, ateştir. Ayetlerimizi inkâr etmelerinden dolayı, orada onlara ceza olarak ebedî kalacakları yurt (cehennem) vardır.
29. Kâfirler cehennemde: Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster de aşağılanmışlardan olsunlar diye onları ayaklarımızın altına alalım! diyecekler.
30. Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vâdolunan cennetle sevinin! derler.

Melekler, ayette vasıfları belirtilen müminlere, zikredilen müjdeleri ölüm sırasında vereceklerdir. Bunu Hz. Ebu Bekir, söz ve davranışla düzgün olmak; Hz. Ömer münafıklık etmemek; Hz. Osman, amelde ihlaslı olmak, Hz. Ali, farzları eda şeklinde yorumlamışlardır. Meleklerin, “korkmayınız” müjdesi, ölüm sonrası ve geçmiş amellerle ilgilidir. “Tasalanmayınız” diye müjdeleri ise, geride bırakılan evlat ve aile ile ilgilidir.

31. Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin dostlarınızız.Orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var ve istediğiniz her şey orada sizin için hazırdır.
32.Gafûr ve rahîm olan Allah’ın ikramı olarak.
33. (İnsanları) Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve “Ben müslümanlardanım” diyenden kimin sözü daha güzeldir?

Ayette vasıfları anlatılan zat, Resulullah (s.a.)’dır. Bazılarına göre ayet müezzinler hakkında nazil olmuştur. Allah’ın davetine uyan ve insanları da uymaya davet eden herkesin de bu vasfın sahibi olacağı belirtilmiştir.

34. İyilikle kötülük bir olmaz, Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.

Kötülük, en güzel haslet ne ise onunla önlenir. Mesela gazaba sabır, bilgisizliğe hilim, kötülüğe af ile karşılık verilir.

35. Buna (bu güzel davranışa) ancak sabredenler kavuşturulur; buna ancak (hayırdan) büyük nasibi olan kimse kavuşturulur.

Şeytandan gelen kötü düşünce, şeytanın insanı güzel tutum ve davranışlardan uzaklaştırmak için verdiği vesvesedir.

36. Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işiten, bilendir.


Kur’an Ne Der?

Kitabı olan bir dinin mensubu olmak, hem de bozulmamış bir kitaba sahip olmanın ne kadar önemli olduğunu anlamak için bir çok yol olsa da, aşağıdaki bir genç papaz adayının nasıl müslüman olduğunu, Kur’an’ın onu nasıl hidayete götürdüğünü izlemenizi tavsiye ederiz.


1. bölüm – http://youtu.be/3DyqaA3RDJ8
2. bölüm – http://youtu.be/74oHPQPMXMM

Ama öncesinde “Kur’an nedir, bizlere ne getirmiştir, ne der/demek ister?” bunun hakkında bilgilenmekte fayda var…

Kur’an, Yaradan’ımızın bu dünyaya söylediği son sözü, ilk ve son din İslâm’ın son kitabı ve bütün insanlığın “Kullanım Kılavuzu”dur. Arapça olarak indirilmiş, anlaşılması için bütün dillere terceme edilmiş ve tefsirleri yapılmıştır. Kur’an’ın ilk muhatapları Arapça konuştukları ve peygamberimiz de onların içinden seçildiği için Kur’an indirildiği kavmin dili ile nâzil olmuştur; tıpkı diğer peygambere onlara indirilen kitapların da onların ve kavimlerinin dilleri ile nâzil olduğu gibi. Diğer peygamberler ve onlara gönderilen dinî emirler ve kitaplar belirli bölge ve kavimlere gönderildiği halde Kur’an bütün insanlığa gönderilmiştir. Bütün insanlığa gönderildiğinden, insanlığın onu anlaması için ya herkesin Arapça öğrenmesi gerekir, yahut da Arapça olan Kur’an’ın onların anladığı dile/dillere anlaşılır ve aslına uygun şekilde terceme edilmesi gerekir.

İşte bu  noktada üzerinde durulması gereken ve bizim bu yazıyı yazmamıza vesile olan konu, bu tercemelerin ne kadar sağlıklı ve doğru olduğu, orjinal dildeki terim ve kavramların aktarılan dildeki karşılıklarının tam verilip verilememesi; kelimelerin zaman içinde anlam değişikliklerine uğramasından dolayı, Kur’anî bir terim, kavram veya deyimin aktarılan dilde aynı anlamı vermemesinden dolayı çıkan yanlış algılamalardan dolayı mesajın tam olarak algılanamayışıdır.

Genel olarak tercemelerde anlam kaybı olması kaçınılmazdır. Tercemenin kelimesi kelimesine veya anlam olarak yapılmasının doğuracağı sakıncalar ehlince malumdur. Bu terceme edilen metin bir de Kur’an olunca, iş daha da önem arzetmektedir. Kur’an sözlü kültürden yazılı kültüre geçmiş bir kitaptır. Dolayısıyla yazı dili ile konuşma dilinin farklılıkları mevcut. Bu duruma bir de Arapça’nın kendine has özelliklerini de katarsak Kur’an tercemelerinde tercemede kullanılan kelimeler, terim ve kavramlar; kelimesi kelimesine veya anlam olarak veya parantez içli tercemelerin anlam bakımından ne kadar farklılıklar arzettiğini söylemek bilinmeyen bir konu da değildir.

Bir dilde kullanılan bir deyim, terim veya kavramı doğru terceme etmek için, o kelime veya terimin her iki dilde de ne anlama geldiği ve nasıl ifade edilirse doğru anlaşılacağı konusu önem arzetmektedir. Kur’an’ın ilk uygulayıcısı, tebliğcisi ve müfessiri peygamberimiz olduğuna göre, Kur’an tercemelerinde onun bize öğrettiği açıklamaları kullanmak ve ayetleri o açıklamalar ışığında karşı dile çevirmek daha anlamlı olacaktır. Aksi halde Kur’an anlaşılmaz, anlaşılması ve dolayısıyla okunması zor bir kitap olacak, saygı duyulacak ama hayatımıza giremeyecek, yaşantımıza yön veremeyecek, onu el kitabı olarak kullanamayacağız.

Dolayısıyla, tercemelerden doğan aksaklıkların yanında Kur’anî kavramları doğru anlamak için, Kur’an’ın ne dediğini anlamanın yanında ne demek istediğini de anlamamız gerekir. Bunun için de önyargısız ve öğenmeye açık bir kalp ve gönül gerekir. Çünkü Kur’an isteyeni doğru yola iletir, isteyeni de sapıklığa iletir. Hidayet isteyene hidayet verir, sapıtmak isteyeni de sapıtır.

Kur’an’ın ne demek istediğini anlamanın yolu, ne dediğinin tam olarak anlaşılmasına bağlıdır. Ne dediğinin doğru anlaşılması da, aslında ifade edilen manaların karşı dildeki anlamının mana olarak tam ve eksiksiz yansıtılmasına bağlıdır. Aksi halde kelamın sahibi Rabbimizin istemediği ve murad etmediği anlamlar çıkarılarak ne demek istediğinin aksine anlamlar çıkar ve metin maksadını aşmış, din yanlış algılanmış olur.

En büyük kazancımız elimizde aslı bozulmamış ve kıyamete kadar da bozulmadan “İnsan Kullanım El Kılavuzu” olmaya devam edecek Kur’an metninin olmasıdır. Bu metnin ne demek istediğini anlamak için yüzyıllardır binlerce tefsir yazılmıştır. Kutsal metnin ne dediği açık olmasına rağmen ne demek istediği tefsirciye verilen ilim ile sınırlı olduğundan, Kur’an’ın ne demek istediğini anlama çalışmaları da kıyamete kadar devam edecektir.

Mahmud Salih
12/05/2012


Kur’an Tefsirinde Esas’lı Bir Çalışma

Türk okuyucusunun eserlerinden dolayı yakından tanıdığı Said Havva’nın birçok kitabının yanında onun “Tefsirde Esas, Sünnet ve Sünnetin Fıkhında Esas ve Nasları Bilme ve Anlama Kaidelerinde Esas” adlı ve birbirini tamamlayan serisi içinde yer alan tefsir kitabı kanaatimizce çağımızda okunması gereken çalışmalarından birisidir. Bu yazıda yazarın  tefsiri için yazdığı önsözü sizinle paylaşmak istedik. Yazar bu üç çalışmayı  niçin yaptığını ve özellikle tefsirini niçin yazdığını  aşağıda okuyacaksınız:

“Benim bu diziye “Yöntemde Esas” adını verip bu üç kısmın içinde “Esas” kelimesini kullanmış olmamın sebebi, müslüman kardeşlerime üzerinde yapı yükseltebilecekleri bir temel/esas sunmaktan ibarettir. Okuyucu bu diziyle, Kur’an’ı anlamakta, Sünnet’i ve onun fıkhını kavramakta nasıl bir temel verilmiş olacağını görecektir.

Bu dizinin her üç kısmında da müslümana, itikadî fırkalar konusunda İslam ümmetinin ihtilaf sebeplerini gösterip, hak itikadın parlak delillerini sunmaya özel bir şekilde gayret ettim. Bütün bunların üzerinde durmak, çağımızın bir gereğidir. Bizim hizmetimiz, bu ümmetin Rabbinin kitabına, yüce Peygamberinin Sünnetine yaptığı hizmetlere katılmış bir yeni halkadır.

Gerçek şu ki, ilim tarihinde; Kur’an’ın naslarına ve Peygamber Sünnetinin naslarına hizmet edildiği kadar herhangi bir sahaya hizmet sunulmuş değildir. O kadar ki bu hizmetin çeşitli yanlarını ortaya çıkaran ilimlerin toplamı onları hatta yüzleri bulmaktadır. Bu yolda telif edilmiş eserlerin toplamının sayı ile ifade edilmesine imkan yoktur. Kitap ve Sünnetten çıkmış ilimlere dayanılarak yazıldığı kabul edilebilecek kitaplar ise bunun dışındadır.

Her çağın kendisinden önceki çağlardan farklı bir takım ihtiyaçları vardır. Dolayısıyla, önceki çağlarda yaşamış müelliflerin sunduklarından yararlanarak Kur’an ve Hadis kütüphanesine nelerin ekleneceğini bilmek için çağımızın ihtiyaçlarını dikkate almak kaçınılmazdır. Bununla birlikte şu noktayı da göz önünde bulundurmamız gerekiyor: Öncekilerin yazdıklarına herhangi bir şey eklemek veya en azından o konuda yeni bir şeyler ilave etmek gerekmeyebilir. Böyle bir durumda çağdaş müellifin yapacağı, öncekilerin yaptığı çalışmaların tahkikini yapmaktan öteye gitmeyecek, ve bunlar arasından bir seçim yaparken de içinde yaşadığı çağın ihtiyaçlarını göz önünde bulunduracaktır.

Kur’an ve Tefsir’e dair

 İlim adamlarımız, belirli bir sûrenin kendi ayetleri ve Kur’an’ın diğer sûreleri ile olan bağlantısı ve Kur’anî anlatım düzeni etrafında pek çok şeyler söylemişlerdir. Kur’an’ın “tıvâl, miûn, mesânî ve mufassal” kısımlarından söz eden naslar da bulunmaktadır. Bildiğim kadarı ile bu hususlardan kapsayıcı bir şekilde söz etmiş bir müellif yoktur. Herşeyin çokça sorgulandığı çağımızda pek çok kişi Kur’ân-ı Kerîm ayetleri ve sûreleri arasındaki ilişkiyi, Kur’an sûrelerinin sıralanışındaki sırrı sorup durmaktadırlar. O halde bu konuda söz söylemek, içinde bulunduğumuz çağın gereklerinden birisidir.

Bu konuda yapılmış birçok yanlışı düzelterek önemli bir ihtiyacı/gediği kapatmak ve benden önce kimsenin el atmadığı çok konuda da yeni şeyler eklemek lütfunu yüce Allah bana bağışlamış bulunuyor.

Çağımızda pek çok ilim dalı bulunmaktadır. Bu ilimler naslara yeni anlayışlar sunmuş ya da eski bir takım anlayışları tercih eymeye itmiştir. Bu ilimlerden ve bunlardan kaynaklanan gerçeklerden hareket edilerek Kur’an’ın ihtiva ettiği pek çok gerçek ile ilgili birtakım sorular ortaya atılmıştır. Bütün bunların etkisiyle Kur’ân-ı Kerîm’in bu noktaları kapsayacak şekilde sunulması kaçınılmaz oluyor… İşte ben tefsir kısmında birtakım sorulara cevap vermeye, naslara açıklık getirmeye; ilmin problemleri ile yeni çalışmalar noktasında da delilleri imkanlarım ölçüsünde ortaya koymaya gayret ettim.

Çağımızda Kur’an hakkında kuşkular, Kur’an’a itirazlar, Kur’an’a dayalı sosyal, iktisadî ve siyasî bir hayatın kurulmasının mümkün olup olmayacağı ile ilgili şüphe ve itirazlar da artmış bulunuyor. Çağdaş hayatın Kur’anî bir temel üzerinde kurulması arzusu karşısında, hem bölgesel hem de evrensel bir çok kavramlar allanıp pullanarak yeni yönelişler ve aksi istikamette gidişler bulunmaktadır. Gerçek müslümanlar da insanlığın, gerçekten uygulamakla yükümlü oldukları Rabbanî biricik kitabın Kur’an olduğu konusunda bütün dünyayı ikna etmek için, konuyu açıklamak gibi ağır sorumluluk isteyen bir hareket içerisinde bulunmakla karşı karşıyadırlar. Bunu gerçekleştirmek ise bu amaca denk bir gayret ve çalışmayı gerektirmektedir. Bu dizinin tefsir bölümünün bu konuya hakkıyla eğildiğini umuyoruz.

Bugün İslamî kişilik Kur’anî manaları gereğince kavramaktan ve içine sindirmekten uzaklaşmış bulunuyor. Aynı şekilde İslam ümmeti de Allah’ın kitabının müşahhas ifadesi olmaktan çok uzaklardadır. Kur’an’ın ortaya çıkardığı İslamî kişiliğin yeniden geri gelmesi ve İslam ümmetinin hayatına Kur’an’ın geri dönmesi sonucu, Kur’anî manaların müşahhas ifadesi olarak bu ümmetin yeniden ortaya çıkabilmesi için büyük bir gücün harcanması kaçınılmazdır. Bu çok yönlü bir konudur. Herhalde bu tefsir bu çok yönlü konuda belirli bir görev ifâ edecektir. Çünkü bu konu, çağımız müslümanının zihninin uğraşması gereken en önemli konular arasında yer alır.

Çağımız müslümanı, herhangi bir konuda yapılmış araştırmanın özünü direkt delilleri ile alıp öğrenmek ister. Araştırmanın kendisi ise, bir grup insanın önem verdiği ve bundan zevk aldığı bir konudur. Bu bakımdan tefsir kaynaklarını okuyan bir müslüman okurken usanmakta bazen de değişik görüşler, pek çok rivayetler, sonu gelmez tartışmalardan sıkılıp aralarında kaybolmaktadır. Bütün bu hususlar konusunda ihtisaslaşmak durumunda olmayan müslümanlar için özetlenmelidir ki, Allah’ın kitabı herkes tarafınan kolaylıkla anlaşılabilsin. Ben bu zorunlu noktaya tefsir kısmında riayet ettim. Fazla karşıklığa meydan vermeden, Kur’an’ın anlaşılmasında doğrudan ilişkisi bulunmayan hiçbir bilgiyi aktarmadım.

Yine çağımızda birtakım İslamî problemler gündemdedir. Bizzat müslümanlar arasında yapılan tartışmalar vardır. Bu problemin bir kısmı, eski tartışmaların devamıdır. Sebebi, ya mezhebî ihtilaf, ya da itikadî farklılıktır. Bunların bir kısmı da çağımızda ortaya çıkmıştır. Bu konuda ise belirli bir nokta üzerinde istikrar kazanmak gerekir. Ben bu dizinin tümünde, bu meselelerden herhangi birisi ile ilgili bulunan bir yere geldikçe bu konuda gerekli açıklamaları vermeye çalıştım. İşte bu, çağımızın gereklerinden birisi olarak kabul edilen noktaların en belirgin olanıdır. Tefsir kısmında bunu hedef aldığım gibi, bunların bir kısmı bu dizinin tümünde de hedef alınmıştır.

Diğer taraftan bazı noktalar var ki bunlar başlı başlarına hedef alınmamış, bu tefsir üzerinde çalışmaya başladığım şartlar dolayısıyla kendiliğinden ortaya çıkmıştır.

Tefsir ile uğraşmak isteyen herkes kendisini iki durum ile karşı karşıya bulacaktır:

1. Elde etmek istediği tefsir bilgisinin bir kısmını güvenilir bir tefsirde bulabilir. Dolayısıyla o, sadece bu bilgileri nakletmeye bazen de basite indirgemeye gerek duyar.

2. Müfessirin, tefsirinde gerçekleştirmek istediği özel maksatlar için muayyen bir gayret harcaması gerekir. Basit bir noktayı gereği gibi açıklayabilmek için yüzlerce sayfa okumak ihtiyacını duyabilir.

Birinci noktayı gerçekleştirmek için işin başında yalnızca İbn Kesîr ve Nesefî’nin tefsirlerine güvenmek kendi tercihim sonucu ortaya çıkmış değildir. Çünkü ben bu işe başladığım dönemde hapisteydim ve elimin altında bu iki tefsirden başkası yoktu. Bunlar gerçekten de ünlü iki tefsirdir. Biricisinde rivayet ağırlıkta iken ikincisinde itikadî ya da mezhebî hususların özlü bir şekilde tahkik edilmesi noktası daha ağır basar. Bununla birlikte her iki tefsir de Kur’ân-ı Kerîm ayetlerinin harfî manasını vermek çabası gösterir.

Ben bu iki terfsirden hareketle Allah’ın kitabının harfî manalarını açıklamaya gayret ettim, bazen de toplu manalarını vermek durumunda oldum. Böylelikle bu tefsirin amaçlarından birisi olan bu noktayı mümkün olduğu kadarıyla gerçekleştirdim.  Bundan sonra bu tefsirde gözettiğim hedefleri –eğer şartlarım değişecek olursa- sonraya bıraktım.

Çalışmamın birinci aşamasında tefsirimde sözünü ettiğim iki tefsirin bir özetini vermeye, bunlarda bulunan değerli bilgileri özetlemeye gayret ettim. Tefsirimin hedefleri ile uyuşmayan noktaları ise bir kenara bıraktım.

Pek çok müslümanın İbn Kesîr’in tefsirindeki bilgileri elde etmek için özel bir gayret harcadıklarını görüyordum. Bu tefsirin ihtiva ettiği bütün bilgileri öğrenebilmek konusunda pek çok kişinin başarısız olduğunu ise hâlâ görmekteyim. Bunun sebebi şudur: Bu tefsir içerisindeki bilgileri elde edebilmek, ilim adamı için  ayrı bir özellik, fakat sıradan bir kimse için çok yorucudur. Çünkü, İbn Kesîr bir konuyu incelerken o konudaki değişik  rivâyet, sened ve görüşleri zikretmiştir. Ben okuyucuyu rahatlatmak istediğimden bu tefsirde bulunan toplu manaların, harfî anlatımların ya da burada zikredilmiş faydalı birtakım bilgilerin özetini vermeye çalıştım. Öyle ki, tefsirimi okuyan bir kimse, -okuyucuyu usandıracak bilgilerin dışında kalan hususlarıyla- İbn Kesîr Tefsiri’ndeki bilgileri elde etmiş olduğundan emin olabilir.

Buna ek olarak Nesefî Tefsiri’nde yer alan pek çok tahkik ve faydalı hususlar da buna eklenmiştir. O kadar ki, bu tefsir neredeyse Nesefî Tefsiri’nde yer alan pek çok bilgiyi kuşatabilecek hale gelmiştir. Bununla birlikte bu tefsirin hedeflerine uygun düşmeyen pek çok noktayı da nakletmeye gerek görmedim. İşte bunlar, bu tefsirin ayırıcı özellikleri olmakla birlikte aslında hedef olarak gözetilmiş değildirler. Bu iki tefsirden hareketle tefsirimi üzerinde yükselttiğim temeli ortaya çıkardım. Bundan sonra da bu tefsiri okuyucunun gördüğü şekilde tamamlamaya çalıştım.

Yaptığım bütün derlemelerimdeki alışkanlığımı okuyucu burada da görecektir. Kitabımın gerektirdiği herhangi bir bilgi arzuladığım ve beğendiğim şekilde başkası tarafından verilmişse, ya da asla yapamayacağım bir şekilde ortaya konulmuşsa yeniden düzenlemek külfetine kendimi sokmadım. Çünkü hedef sadece Allah’ın rızasıdır. Aktarmak istediğim bilgiler arzuladığım şekilde değilse ben onu aşacağımı ümit ediyorum.

İlim adamlarımız kendi kitaplarında uzun bölümleri başkalarından aktarmaya devam ediyorlar, bunların kime ait olduklarını belirtmiyorlar. “Herhangi bir ilim ya da bir daldaki bir yenilik, sahibi belirtilmeksizin nakledilme hakkını verir” düşüncesinden hareket ediyorlar. Ben böyle bir şey yapmadım, naklimin kime ait olduğunu belirttim. Ben bunu bir noktayı açıklamak üzere zikrettim. Başka noktayı açıklamak üzere de şunları söylüyorum:

Gazâlî’nin yazdığı “İhyâu ‘Ulûmi’d-dîn  adlı eser, sadece Kûtu’l-Kulûb ve er-Riâye kitaplarının bir araya getirilmesinden ibarettir,” denilmesi nasıl bir haksızlık ise, benim bu tefsirime “bu tefsir iki kitabın özetidir” denilmesi de bir haksızlıktır. Bununla birlikte tefsirimin, İbn Kesîr ya da Nesefî tefsirinden üstün ve ayrıcalıklı olduğu iddiasında bulunmuyorum. Söylemek istediğim, benim bu tefsirimde başka bir şey daha vardır; o da şudur: İbn Kesîr veya Nesefî’nin, -Allah ikisine de rahmet eylesin- asla hedef almadığı bir takım hedefleri bu tefsir çok yerde gerçekleştirmiş bulunuyor.[1]

Yazarın “Kur’an-Sünnet” ilişkisini anlattığı bölüm ise gelecek yazıda ele alınacaktır.

Mahmud Salih
Kuranvakti.com
26 Rebiülevvel 1433 



[1] Said Havva,  el-Esâs fi’t-Tefsir, I/5-9, Terceme, M. Beşir Eryarsoy, Şamil Yaynları, İstanbul 1989.